25 Şubat 2018





Oasis'in İnsan Irkını Kutsadığı Albüm

Oasis- (What's the Story) Morning Glory?

10/10






     
      Müzik tarihinin en büyük gruplarından biri olan Oasis, aktif olduğu 1991 ve 2009 yılları arasında İngiltere’deki Brit-pop akımının öncülerindendi. Grubun beyni, şarkıların büyük çoğunluğunu yazabilecek dahilikteki gitar-vokal Noel Gallagher; kalbi ise onları eşsiz sesiyle söyleyen küçük kardeşi Liam Gallagher’dı. İçinde aksiyonu eksik olmayan bu abi-kardeş ilişkisinin yanına, alkol, uyuşturucu ve en önemlisi “Manchesterlılık” da eklenince ortaya son “gerçek” rock ‘n roll gruplarından biri çıkmıştı. İlk albümleri Definitely Maybe (1994) ile harikalar yaratmasının ertesi yılında grup, (What’s the Story) Morning Glory? albümleriyle resmen kendilerini de aştı. Hatta Noel, yıllar sonraki Rolling Stone röportajında da şu cümleleri kurdu: “Definitely Maybe, bir müzik grubunda pop star olmayı düşlemek hakkındaydı, What’s the Story ise o pop starı olmakla alakalı.”.  


    (What’s the Story) Morning Glory?, yer yer “kirli” gitarların yarattığı o serseri ve cool rock grubu havasının yanında aynı zamanda duygu yükü oldukça yüksek alternatif rock baladlarıyla da çok derin bir albüm. Hatta kısacası modern “gitar müziği” yapan herhangi bir grubun erişebileceği en üst noktalardan biri bu. Ayrıca ilk albümlerine göre çok daha nakarat odaklı düzenlemeleri ve özenli prodüksiyonlarıyla da birlikte daha fazla kitleye hitap edebilen bir yapıya sahip. Düşünün: O zamanların dünya müzik listelerinde trap-pop-r&b yerine bu tarz alternatif, sağlam ve derin işler bulunuyordu. Albüm, şimdiki çoğu modern rock eserleri gibi günü kurtarmaya yönelik değil; çıktıktan 23 yıl sonra bir Türk kültür / sanat dergisinde bile incelemesi yapılan bir şaheser.



            Albümü açan Hello, ilk girişi bu kaydın en büyük hitinin başındaki akorlar olsa da ters köşe yapıp bir anda farklılaşan ve dinleyiciyi kendine bağlayan enerji patlaması bir parça. Liam’ın vokal performansının özellikle canlı hallerinde zirvelerinde olduğu eserlerden olan şarkı, Noel’in kalemi sayesinde tam bir şarkı söyleme şovuna dönüşüyor: “We live in the shadows and we had the chance and threw it away. And it's never going to be the same, cause the years are falling by like the rain” gibi sözleri, albüme basit ama etkileyici bir giriş yapıyor. Roll with It ise grubun konserlerinde sıkça çaldığı şarkılarından biri oldu ve bunu da Noel şöyle ifade ediyor: “Bu şarkı, basit bir rock ‘n’ roll parçası ve sağlam bir şekilde iyi.”


            Oasis kelimesi bir yerde geçtiğinde ardından % 90 gelen diğer bir kelime olan Wonderwall isimli bu olağanüstü eser ise hakkında sabahlara kadar konuşulabilecek bir şarkı. Noel’in ilk eşi Meg Matthews’a ithafen yazdığı şarkı, aslında ismindeki ilhamı da George Harrison’ın ilk solo işi olan 1968 yapımı Wonderwall filminin soundtrack’i Wonderwall Music’ten alıyor. Buraya kopyalamamıza gerek olmayacak kadar çok iyi bilinen muazzam sözlerinin yanında bestesi de unutulamayacak bir karaktere sahip: Parçanın akorları, akustik gitar öğrenmeye yeni başlayan çoğu müziksever için vazgeçilmez bir başlangıç noktası. Özetle bu eser, sırf onu çalabilmek için bile gitar öğrenebileceğiniz bir değerde olan, müzik tarihinin en güzel şarkılarından biri.


            Don’t Look Back in Anger, Noel’in Rolling Stone dergisine verdiği röportajında ifade ettiği üzere “hiçbir manası olmasa da gayet güzel bir şarkı”. Tabii ki bu, şarkının yazarının kendine has o Manchester üslubuyla olan görüşü. Ancak biz müzikseverler için ise durum farklı, bu şarkı tam anlamıyla bir marş: Gerek Oasis gerek de Noel Gallegher’s HFB konserlerinde her zaman hep bir ağızla söylenen şarkı, Manchester saldırısı gibi çeşitli organizasyonlarda da birleştirici bir unsur görevi üstleniyor. İnsanı adeta alıp götüren nakaratıyla kalplere kazınan parça, grubun en değerli işlerinden biri.

            Some Might Say, adeta umut dolu siyah çerçeveli motivasyon tablolarında vurgulanan ifadeler gibi sözlere sahip: “Some might say that sunshine follows thunder. Go and tell it to the man who cannot shine.” Bütün parçada hissettiğimiz o umut dolu sözlerin yanında Liam’ın hafif buruk ses tonu da şarkıya eşsiz bir hava katıyor. Morning Glory ise nakaratında Noel’in arkadan “Well” diye bağırışı ve ardından Liam’ın albümün adını haykırışıyla akıllarda yer eden ve resmen enerji pompalayan gitarlara sahip şahane bir şarkı.


            Albümün son şarkısı Champagne Supernova, dalga sesleriyle açılan ve grubun en derin işlerinden biri haline gelmiş unutulmaz bir hiti. Noel, parçadaki “Where were you while we were getting high?” sözünün, grubun içinde sürekli birbirlerine sordukları bir soru kalıbından geldiğini ifade ediyor. Ayrıca, albümün genişletilmiş versiyonunda da gizli bir “Morning Glory 2” albümü yatıyor: Talk Tonight, Acquiesce, Cum On Feel the Noise ve tabii ki The Masterplan gibi gizli hitler burada bulunuyor.


Gallagher kardeşler, tıpkı yıllar sonra NME Awards’da ayrı ayrı aldıkları Godlike Genius ödülü gibi dahice bir işe imza atıyor. Hatta bu kayıt, Oasis’in biz insan ırkını kutsadığı bir albüm; çünkü içinde sınırsız ilahiler ve sonsuza kadar yaşayacak marşlar var. Bu albüm bir başyapıt, bir Magnum Opus ya da aslında nasıl isterseniz öyle sıfatlandırın çünkü şu bir gerçek ki bu albüm tarihin bir parçası. Hatta “Müziğin beşiği” olan İngiltere’de The Beatles’ın Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band’i ve Queen’in Greatest Hits’inin ardından da tarihin en çok satan 3. albümü. Brit-pop’un, Manchester’ın, İngiltere’nin ve de tüm dünyanın tarihinde yer alan kusursuz bir sanat eseri. Need a little time to wake up!




Duman'ın Ari Barokas'ından Muhalifliğin Doruklarında Bir Solo Albümü

Ari Barokas- Lafıma Gücenme

7/10






     
      1999 yılından beri Duman grubuyla hayatımızda olan Ari Barokas, bas gitar çalıp geri vokal yaptığı ve yer yer de şarkı yazarlığı görevini üstlendiği topluluğun çok değerli bir parçası. Duman’ın ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük müzik gruplarından biri olmasının başlıca sebeplerinden biri. Onu daha çok grubun sakin ve soğukkanlı üyesi olarak tanıyoruz. Bu yüzden de Barokas, kendi konuşmasından çok, bas gitarını “konuşturmayı” tercih eden bir sanatçı. Ustalıkla çaldığı bu müzik aletinin yanında, grubun Aman Aman, Sor Bana Pişman Mıyım, Yürek ve Senin Marşın gibi ruhumuza dokunan birçok hitinin de yazarlığını yaparak kendisini bu anlamda da kanıtlamış bir müzisyen.



2018’in Şubat’ında yayımladığı ilk solo albümü Lafıma Gücenme ile sanatçı, bu sefer yoluna kendi başına devam ediyor. Eş zamanlı olarak Duman ile çalışmaya da devam eden Barokas, tıpkı daha önce grubun vokali Kaan Tangöze’nin solo albümünde yaptığı gibi, içinde birikenleri bu sefer tek başına söylemek istiyor. Tangöze, 2015 yılında muazzam ilk albümü Gölge Etme’yi çıkardığında o kayıt, politik “gerçekleri” açık açık betimlediği için oldukça protest bir yapıdaydı. Tıpkı, Gölge Etme ve Duman’ın Özgürlüğün Ülkesi ve Eyvallah gibi birçok parçasında olduğu gibi Ari Barokas da bu çizgiyi bozmuyor. Böylece, ortaya yer yer gülümseten şahane sözlere sahip, muhalifliğin resmen doruklarında bir albüm çıkıyor.


Salaksın, özellikle şarkı sözlerindeki ince ince mesajlarıyla “malum kitlenin” suratına tokat gibi çarpan bir parça. Üstelik müzisyen, bunu oldukça eğlenceli ve iğneleyici bir üslupla başarıyor. Aslında şarkının bütün sözleri buraya kopyala-yapıştır yapılabilir güzellikte ama kısaca şu harika dizelerle Ari Barokas’ın kalemini özetleyelim: “Atanı anıyorsun. Yatanı sayıyorsun. Vatanı seviyorsun da maşallah. Satanı görüverirsin inşallah.”. Bir başka dikkat çeken parça, Gavurlar ise “Kara cahil bir vatandaş. Okumuşlar hepsi de yandaş.” ve “Teröristler durduğu yerde. Profesörler çürüsün içeride.” gibi sözlerle aslında “dış mihraklar”dan da önce esas sorunun kendi içimizden kaynaklandığını ifade ediyor.


Albümün öne çıkan parçalarından Nafile, “Ay ay ay ay” geri vokalleriyle farklılık yaratırken çoğu parçada olduğu gibi burada da şarkı sözleri akıllara kazınıyor. Öncelikle, ötekileştirmenin saçmalığından bahseden müzisyen, hepimizin aşk ile meydana geldiğinden bahsediyor. Bunun yanında da “Basın yayın korkmayın. Palavralar sıkmayın. Özgür medya evde yok. Gerçeklerden kaçmayın.” sözleri ve hatta şarkının “İmamlı” dizeleri de kaleminin ne kadar keskin olduğunu bir kez daha belirtiyor. Yaşıyorum Sil Baştan ise albümün Duman sound’una en yakın işlerinden biri. Özellikle bestedeki gitar kullanımı ve nakarattaki vokalin iniş-çıkışı, grubun akustik hallerine benziyor. Ayrıca Yangın Var da gitar riff’lerinin bolluklarının yanında, şarkının ortasındaki sürpriz tempo değişimiyle de albümün en orijinal parçalarından oluyor.


Genel olarak bakıldığında, Ari Barokas’ın yer yer Tom Waits’i andıran vokalinin onun albümdeki en önemli silahı olduğunu söylemek zor; ancak şarkı sözlerinin açıklığı ve muhalif açıdan vuruculuğu, albümünün bütün unsurlarının haliyle önüne geçiyor. Sözlerle ve zaman zaman country dokunuşları olan akustik gitarlarla da Tangöze’nin solo albümüne benzer bir tat yakalanıyor. Bu arada geri vokaller de oldukça başarılı: 123’ün Dilara Sakpınar’ı ve Büyük Ev Ablukada’dan Gülin Kılıçay (Galvaniz Gelbiraz) albüme destek vermişler. Albüme damga vuran şarkı sözlerine rağmen, “hit” potansiyelli çok fazla eser göze çarpamıyor; ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde ise bu kayıt, vermek istediği mesajı rahatlıkla aktarabilen keyifle dinlenilecek bir albüm. Ben sana akıllı desem de salaksın!


Dead Man's Bones





Ryan Gosling'in Grubuyla Korku Filmi Tadında Bir Albüm

Dead Man's Bones- Dead Man's Bones

7/10







     
      Ünlü aktör / sarışın erkek ikonu Ryan Gosling, Hollywood’un büyükler ligine 2004 yılında adım atmıştı: The Notebook’un vizyona girmesiyle birlikte -başta genç kızlar olmak üzere- bütün dünya tarafından tanınmış oldu. Gosling, o zamanlar şöhretinin doruklarındayken bir de filmdeki rol arkadaşı Rachel McAdams ile gerçek hayatta da birlikteydi. Aynı dönemlerde McAdams’ın kız kardeşi Kayleen ile beraber olan Zach Shields de böylece Gosling ile “bacanağımsı” bir şekilde tanıştı. Bu ikili, özel bir ortak ilgi alanına sahip olduklarını keşfetti: Korku. İkisinin de Disneyland’daki korku evi The Haunted Mansion’a saplantılı olmalarından tutun, Shields’ın küçükken hayaletlere inancı yüzünden psikolojik yardım alması ve Gosling’in de ailesinin eski evlerinden perili olduğunu sanıp taşınmaları gibi ortak yönleri vardı. 


            Kendi işlerinin yanında hobi olarak müzik yapan bu ikili, takıntılarını sanat eserlerine dönüştürmeye karar verip 2007 yılında Dead Man’s Bones isimli müzik grubunu kurdu. (Hatta ileride, ikisi de kız arkadaşlarından ayrıldı.) Gosling’in Baby Goose mahlasıyla piyano ve gitar çalıp şarkı söylemesine Shields da vokalleri ve davullarıyla eşlik etti. Bu duo, yanına Red Hot Chili Peppers basçısı Flea’nın kurucusu olduğu Silverlake Çocuk Korosu’nu da alarak 2009 yılında kendi adını taşıyan ilk albümünü yayımladı. Aynı zamanda şimdiye kadarki tek albümleri olan Dead Man’s Bones’da grup, şarkı sözlerinin tamamını korku temasında işledi. Bununla birlikte ürkütücü arka fon sesleri ve vokal efektleriyle de ikili, albümün dinleyiciyi sanki bir korku filmi soundtrack’i dinlermişçesine ürpertmesini istiyordu. Prodüksiyon olarak ise yer yer acemice birkaç hatayla karşılaşılsa da gerçekten de –hiç beklenmedik şekilde- etkileyici bir işe imza atılmış.


            Grup, tarz olarak günümüzün olmazsa olmazı indie rock, ürpertici karanlık atmosferiyle dark wave ve çocukların katkılarıyla birlikte de gospel karışımı; oldukça kendine has bir tat yakalıyor. Albümde birçok akılda kalıcı ve daha sonra tekrar tekrar dinlemek isteyeceğiniz parça var: 2013 yapımı başarılı korku filmi The Conjuring’de de dinlediğimiz In the Room Where You Sleep, albümün en değerli güzelliklerinden biri. Özellikle canlı performansı çok etkileyici olan şarkı, Gosling’in Blue Valentine’deki vokal-gitar ve La La Land’deki vokal-piyano performansından önce sergilediği unutulmaz işlerinden biri. My Body's a Zombie for You ise daha çok melodisiyle akılda kalsa da “The smell of my breath, from the blood in your neck. Oh i hold my soul, from the lands unknown, so i can play the strings of your death” gibi sözleri de gerçekten sevimli (!). Böylece koronun eşlik ettiği bölümler ve Gosling’in naif sesi birleşince ortaya acayip güzel bir iş çıkmış. Sonlardaki “I'm a Z-O-M-B-I-E”  hecelemesi de tatlı bir detay.


            Pa Pa Power, kaydın en başarılı parçalarından biri. Birçok tamamlayıcı unsur bir araya gelmiş: Burada vokal yapan Shields’ın “cool” performansı, albümün belki de en özenli enstrümantal yapısı ve koroyla birlikte parçanın akıp giden temposu bir arada. Bir başka akıcı eser Lose Your Soul ise albümün konseptinin en ince işlenmiş örneklerinden biri. Gosling’in ağır vokalleriyle birlikte koronun parçayı yönlendirmesiyle tam bir korku filmi müziği bu. Ayrıca Werewolf Heart da özellikle şarkı sözleriyle dikkat çekiyor: Sakin sakin giriş yapan parça, “You'd look nice” sözüyle tam yüzümüzü azcık gülümsetecekken devamında “In a grave”i ekleyerek konsepte muazzam bir biçimde sadık kalıyor. Sonlardaki kurt adam betimlemeleri ve ulumalar da gerçekten sizi atmosfere çekiyor.


            Ünlü müzik dergisi Pitchfork’un kendileri hakkında 18 dakikalık bir mini-belgesel de yayınladığı grubun onca yıl geçmesine rağmen uzun zamandır ses seda çıkarmaması ise hem iyi hem kötü: Kötü olan durum, tabii ki elimizde hala sadece 1 albüm olması; iyi olan ise grubun dağıldığını resmen açıklamamış olmasıyla birlikte ileriye umutla bakılabilmesi!

            

16 Şubat 2018






MFÖ'nün Zamanın Ötesinde Nefes Alan Albümü

MFÖ- Ele Güne Karşı Yapayalnız

10/10





     
      MFÖ, ülkemizin müzik tarihini kökünden değiştirmiş bir üçlü. Türkçe müzikte özgün bir sayfa olan topluluk, belki de bu topraklarda yetişmiş en değerli müzik grubu. Ayrıca grup, uzun yıllardır piyasada olmalarına rağmen hem grup hem de solo olarak projelerine tam gaz devam da ediyor. Böylelikle, sadece klasikleşmiş eski hitlerinin yanında; Sarı Laleler, Hep Yaşın 19 ve Aşkın Kenarından gibi yeni dönemlerinden parçalarla da yeni neslin kalplerine girebiliyorlar. Halbuki bu ülkede eski parçalarının ekmeğini yiyip hiçbir yeni eser üretmeden sadece il il konser vererek para kazanan sürüyle müzik grubu var. Bu nedenle MFÖ’nün sadece bu özelliği bile, kamuoyunda yeterince fark edilmemiş olsa da ülkemizdeki müzik kültürü için çok olağan dışı bir başarı.



            Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur’un başarılarla dolu bu muazzam hikayelerinin başlangıcı ise 1984 çıkışlı ilk stüdyo albümleri Ele Güne Karşı Yapayalnız ile oldu. Dünya müzik tarihine bakıldığında kolaylıkla söylenilebilir ki en büyük grupların birçoğunun ilk albümleri birer başyapıttır. Hatta bu gruplar, ilerleyen kayıtlarında kendilerini de aşarlar ve böylece efsaneleşirler. MFÖ’de de böyle bir kariyer başlangıcı oldu: Dönemin piyasasının listelerinde tam 26 hafta zirvede kalan ve tam da darbe sonrası zamana denk geldiğinden ülkeye adeta nefes aldıran bir eserdi bu. Her şeyden öte, albüm baştan sonra neredeyse bütün parçalarının ölümsüz birer hit olduğu unutulmaz bir kayıttı.


            Albümün yapılışındaki ilginç süreci ise Mazhar Alanson, Hürriyet Gazetesi’ndeki röportajında şöyle ifade ediyor: “Şarkıları hazırlayıp prodüktöre (Yeşil Giresunlu) gittik. “Bu satmaz” dedi. Bütün paramızı bu plağa yatırmışız, “Satmaz” lafını duyunca nevrimiz döndü. Biz satarın-satmazın derdinde değildik. Şarkılarımızı insanlar duysun istiyorduk. O yüzden çok sinirlendik. Ben bizim çocuklara (Fuat Güner ve Özkan Uğur) “Gidin, konuşun yoksa ben çıkacağım ortaya” dedim. Kabul ettirdiler. Ele Güne Karşı Yapayalnız, prodüktöre zorla kabul ettirilmiş bir albümdür. Bütün şarkıları anında patlamıştır.”. Ayrıca bu kayıt, aynı gazetenin 2017 yılında içinde birbirinden değerli müzik adamının ve gazetecinin yer aldığı 100 kişilik bir jüriyle oluşturduğu Türkiye'nin en iyi 100 albümü listesinde açık ara farkla 1 numaraya yerleşen albüm.


            Ele Güne Karşı, ayrılığı en saf haliyle ifade ettiği şarkı sözleri ve üçlünün vokal harmonilerinin zirvede oluşuyla albüme tek kelimeyle kusursuz bir açılış yapıyor. Ayrıca teknik açıdan da bas gitarın adeta uçması, elektro gitardaki ince arpejler ve akıllara kazınan 9/8'lik ritmi de parçayı çok özel kılıyor. Sözlerindeki hüznün ve tempodaki hızlılığın zıtlığı, ortaya unutulmaz bir eser çıkartıyor. Ardından gelen Deli Deli, reggae tarzına yakın ruhuyla ve alaycı şarkı sözleriyle o dönemki Türk müziğinde oldukça özgün bir iş olmuştu. Ayrıca Özkan Uğur’un şahane bas gitar şovu, albümün çoğunda olduğu gibi bu parçada da devam ediyor. Şarkı sözleri ise tıpkı bu albümden 1 yıl sonraki şarkıları Peki Peki Anladık’ta olduğu gibi, Ayhan Sicimoğlu’na ithaf edilerek yazılmış. Aynı zamanda Simicoğlu da bu albümde gruba düzenlemelerde yardım etmiş ve albüm kapak fotoğrafını çekmiş.


            MFÖ’nün Türkiye’nin The Beatles’ı ya da Simon & Garfunkel’ı olduğunun kanıtı olan akustik hitler de bu albümde bulunuyor: Öncelikle Sen ve Ben, “Bu gemi nereye nereye gider. Kimler iner kimler biner bilinmez bilinmez.” sözlerini ruhumuza kazıyan unutulmaz bir parça. Hatta grubun diğer hitleri kadar hak ettiği değeri görememiş şarkılarından biri bu. Sonraki şarkı, Yalnızlık Ömür Boyu ise gerçekten grubun yazdığı en özel işlerden biri. Özellikle nakaratta üç vokalistimizin de birden yükselmesiyle birlikte şarkının kanınıza girmemesi imkansız gibi. Sözler hakkında ise söylenecek fazla bir şey yok: Aşkın ve yalnızlığın dilimizde en şiirsel şekilde ifade edildiği parçalardan biri bu. Efsane müzik adamı Onno Tunç da burada perdesiz bas gitar çalmış. Ayrıca şarkıyı sinemamızın modern kültlerinden Kaybedenler Kulübü’nün son sahnesinde de dinlemiştik.
            Akustik güzelliklerin devamında, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da ise “Şarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki” dizesini dinleyip de etkilenmemek mümkün değil. Şarkı, MFÖ’nün en önemli eserlerinden biri olduğu gibi bu albümdeki diğer parçalar gibi hiçbir zaman dilimine de ait olmayan ölümsüz bir beste. Bodrum ya da halk arasında bilinen adıyla Bodrum Bodrum, Mazhar Alanson ve Fuat Güner ikilisinin Özkan Uğur’la bir araya gelmeden önce 70’lerde yazdıkları bir parçaydı. Şimdilerde ise akustik gitarda akor öğrenmeye başlayan çoğu kişinin ilk çaldığı eserlerden olan şarkı, özellikle yaz ayları gecelerinde hüzünlenmek için mükemmel bir klasik. Ayrıca Moğollar efsanesi Taner Öngür de parçada gruba mandoliniyle eşlik etmiş.


            Güllerin İçinden, gitarlarının dinleyenlerin içini erittiği bir başka Türk müziği klasiği. Büyük sanatçı Erkan Oğur’un perdesiz gitarını konuşturduğu bu parçadaki vokal harmonileri de gerçekten oldukça etkileyici. Üç üyenin de sesindeki duyguyu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Hakkında ne yazılıp çizilse az olan bu eser, albümün geri kalanı gibi defalarca aynı tatta dinlenebilecek bir şarkı. Ayrıca, albümde söz ve müziği Fuat Güner’e ait şarkılar Olmuyor Olamıyor ve Sevdim Bir Kere’nin yanında, grubun Ondan Şikayet Bundan Şikayet ve Neye Niyet Neye Kısmet parçaları da fazlasıyla değerli işler.


Albüm, her şarkısı ayrı bir hikaye olan baştan sona özen içinde bir eser. Kimileri için Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi 100 albümü listesinde; kimileri için ise sadece gerçek anlamda bir şeyler hissedip duymak isteyenlerin kalplerinde 1 numara. 1984 yapımı bu kayıt, aslında zamanın ötesinde hala nefes alıyor ve sonsuza kadar da bu topraklarda yaşayacak!





LP'nin Tek Şarkıdan İbaret Olmadığını Kanıtlayan Albüm

LP- Lost on You (Deluxe)

7,5/10





       
    İtalyan kökenli Amerikalı sanatçı Laura Pergolizzi, 20 yaşından beri müzik piyasasında aktif olan bir isim: Sahne adı LP olan müzisyen, 2001 yılında yayımladığı ilk albümü Heart-Shaped Scar’da ve ardından gelen Suburban Sprawl & Alcohol’de rock ağırlıklı işler yaptı. Çok fazla ses getiremeyen bu albümler sonrasında ise şarkıcı, yazdığı şarkıları başka sanatçılara verme işine ağırlık verdi: Backstreet Boys, Christina Aguilera, Rihanna ve Rita Ora gibi sanatçıların parçalarına imza attı. Şarkıcılık kariyerindeki ilk büyük adımını ise önceki rock tarzını fazlasıyla hafiflettiği 2014 çıkışlı Forever for Now albümüyle attı: Bu eserden Night Like This, Into the Wild ve albümle aynı adı taşıyan muazzam balad Forever for Now gibi birçok etkileyici parça yayımlandı.


            Sanatçının dünyaca üne kavuşması ise müzisyene adeta seviye atlatan Lost on You single’ı ile oldu: Dünyanın birçok ülke listelerinde hiç beklenmedik bir şekilde 1 numaraya yerleşen bu parça, yabancıların sleeper hit olarak tabir ettiği sıfatın adeta kelime karşılığı oldu. Acı bir sona sahip ilişkilere kadeh kaldıran bu büyülü eser, özellikle nakaratında o acıyı dinleyiciye geçirmesiyle çok etkileyici bir iş. Bunun yanında, şarkı sözlerinin vuruculuğunu ile birlikte parçanın ilk saniyesinden son anına kadar özenli bir prodüksiyona sahip olmasıyla da tekrardan dinleme isteği uyandıran bir eser. Parçanın bu noktaya gelmesindeki en güçlü sebep ise şarkıcının hafiften No Doubt zamanındaki Gwen Stefani’yi andıran ancak aslında kendine has olan ses rengi.


Albüm kayıtlarının yabana atıldığı bu “single dünyası” çağında daha önce viral olarak başarılı olmuş birçok tekli ile karşılaştık. Ancak LP, hem bu hit parçasında hem de 2016’nın son günlerinde yayımladığı parçayla aynı adı taşıyan albümünde oldukça değerli bir işe imza atıyor: Albümün ilk single’ı Muddy Waters, orta tempoda bir altyapıya sahip olsa da geri vokallerin çok yerinde kullanılması ve özenli nakarat vokallerinin akılda kalıcığıyla akıp giden bir parça oluyor. Bunun dışında, önceki albümde de yer alan Into the Wild da albümün bir başka ön plana çıkan işi. Parçanın efsane filmi anımsatan isminden mi bilinmez ama özellikle birçok sesin bir arada kullanılması ve dinmeyen enerjisiyle eser tam bir macera filmi müziği gibi. Albümün eksi yönü olarak ise bütün şarkı yapılarının birbirine benzemesi ve bu yüzden bazı parçaların kendini tekrardan dinletmesinin zor olması  söylenebilir.


Albümün genişletilmiş versiyonunda bulunan When We’re High ise sürekli haldeki hafif beat’leri ve tekrarlanan akustik gitar riff’leriyle Milky Chance hitlerini andıran dingin ruhta bir şarkı. Ayrıca Suspicion da kaydın bu versiyonunda yer alıp akılda fazlasıyla yer eden yeni parçalardan biri. LP’nin buradaki vokal iniş çıkışları ve performansı gerçekten oldukça üst düzeyde. Yer yer sesini titretmesi ise parçaya fazlasıyla yakışmış bir detay. Other People ise o şahane ıslıklarıyla albümün en çok akılda kalan eserlerinden biri. Parçanın “You broke the spell and wanted something else. Well, go fuck yourself with other people” gibi agresif şarkı sözleri de ıslıklarla birleşince ortaya dinlemesi zevk veren bir iş çıkıyor. Ayrıca, hemen ilk dinleyişte de benimsenecek bu yapısıyla birlikte şarkı aynı zamanda radyo dostu bir eser oluyor.


Böylelikle albüm, LP’nin tek şarkıdan ibaret olmadığını bizlere fazlasıyla kanıtlıyor. Ayrıca 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında 3 konser verecek olan sanatçı, bu albümdeki en etkileyici işlerini ilk defa ülkemizde sergileyebilecek. Let's raise a glass or two!

5 Şubat 2018





Dolores O'Riordan ile Birlikte Ölümsüzleşecek Solo Albümü

Dolores O'Riordan- Are You Listening?

8/10






     
      15 Ocak 2018 günü, The Cranberries ile büyüyen veya olgunlaşan bir nesil için unutulmayacak bir tarih olacak: Müzik dünyasının gördüğü en büyük vokallerden biri olan Dolores O’Riordan, o gün hiç beklenmedik bir şekilde 46 yaşında aramızdan ayrıldı. Sanatçı, grubu The Cranberries ile Zombie başta olmak üzere Linger, Dreams, Ode to My Family, Animal InstinctJust My Imagination ve Salvation gibi birbirinden ayrı güzellikte klasik hite imza atmıştı. Grup da böylece dünya çapında 40 milyondan fazla albüm sattı. Topluluğun şarkı yazarı ve vokali olarak elde edilen başarıda en büyük paya sahip olan O’Riordan, kendine özgü şarkı söyleme tekniğiyle de çok yaratıcı bir müzisyendi: Vokalini farklı kılan ise 2 buçuk oktavlık muazzam sesi ile yodel ve celtic rock tekniklerini harmanlamasıydı.



İrlanda’nın Limerick gibi çok fazla imkanın olmadığı bir şehrinden çıkıp bir de bunun üstüne alternatif rock olarak ifade edebileceğimiz müzik türüyle dünyaca üne kavuşabildiği için O’Riordan, her anlamda gerçek bir sanatçıydı. Daha da önemlisi, The Cranberries’i hayatının herhangi bir bölümünde fon müziği yapmış müzikseverler için ise unutulmaz izler bırakmış bir isimdi. Müzisyen, The Cranberries ile olduğu kadar bir de grubun tekrar birleşmesinden önce yayımladığı iki solo albümüyle de fazlaca iz bıraktı. Ancak özellikle ilk solo çalışması, zamanında albümün tadını almış müzikseverler için ayrı bir değeri olan albümdü.

2007 yılında ilk solo albümü Are You Listening?’i yayımlayan O’Riordan, her zaman kısacık görmeye alıştığımız saçlarını kaydın kapağında görüldüğü gibi bu defa uzatarak dinleyicilerinin karşısına çıkıyor. Albümde her zamanki The Cranberries tarzından uzaklaşmayan sanatçı, bunun yanında birçok farklı müzik akımını da tarife katarak sıra dışı bir lezzet yakalıyor. Böylece, kayıt baştan sona dinlenildiğinde dinleyiciyi herhangi bir şekilde sıkma olasılığı çok düşük oluyor. Ayrıca bununla birlikte, The Cranberries’in bu albüm çıkana kadar oldukça uzun bir süre pek akılda kalıcı işlere imza atmamasıyla da O’Riordan’ın ilk albümü insanı fazlasıyla etkilemeyi başarıyor.


Albümün ilk single’ı olan Ordinary Day, kaydın dinlemesi en zevkli işlerinden biri: Şarkı ilk saniyesinden dinleyiciyi etkisi altına alıyor ve nakaratında ise “Beautiful girl, won't you be my inspiration. Beautiful girl, don't you throw your love around” dizelerini ister istemez size söyletiyor. Sanatçının parçadaki naif vokallerinin arka fonundaki akustik gitar özellikle çok başarılı. Tam bir yolculuk şarkısı bu. Ardından gelen When We Were Young’da ise tempo birden muazzam bir biçimde yükselerek enerjinizi tavana çıkarıyor. Buradaki elektro gitarlar da parçayı Dolores’in sesiyle birlikte taşıyan en önemli unsurlar. Bu nedenle şarkının oldukça agresif ve güçlü bir karakteri var: “I wanna get out. I wanna go home. Is anything better. Than you on the phone?” sözlerini söylerken sanatçının o özlemini ve bıkkınlığını hissedebiliyorsunuz. Hatta sonlara doğru The Cranberries parçalarından alıştığımız o yodele benzeyen bağırışları da duyabilirsiniz.


Human Spirit ise İrlanda geleneksel müziği Celtic rock ögeleri taşıyan başarılı bir parça. Yan flüt katkılı bu şarkı, sanatçının kökenlerini kullanarak modern şarkılar yazabildiğinin bir başka kanıtı. Ayrıca O’Riordan’ın Sam Smith’ten tam 7 yıl önce “Won't you stay with me?” haykırışları yaptığı Stay with Me ise albümün bir diğer dikkat çeken parçası. Özellikle nakarattaki sert gitarlar parçayı ayrı bir seviyeye taşımış. Black Widow, daha önce ifade ettiğimiz üzere sanatçının müziğinde farklı bir lezzet yakaladığı parçalardan biri. Piyanoların ve çoklu vokallerin deneyselliği şarkıyı çok orijinal bir yere koyuyor. Bunun yanında Apple of My Eye ve Ecstasy de vokallerindeki iniş çıkışlarıyla ve dinleyiciyi kendine bağlamasıyla akustik The Cranberries parçalarını andıran çok tatlı çalışmalar olmuşlar. October ise sanatçının sesinin ilk dönemlerine en fazla benzediği parçalardan biri. Albümün en akılda kalan şarkılarından olan eser, “You stand in my way, with nothing to say.” nakaratıyla ve özellikle de parçanın sonundaki vokalle etkisi altında bırakıyor.


Sanatçının aramızdan ayrılışının ardından biliyoruz ki özellikle Everybody Else Is Doing It, So Why Can't We? ve No Need to Argue albümleri birer klasik olarak değerlendirilecek. Bu albümlerin arkasında zamanla ölümsüzleşecek olan Are You Listening? ise sanatçının en kişisel eseri olarak kalacak. Huzur içinde yat Dolores...

Teoman- Koyu Antoloji






Teoman'dan Gözlerinizi Kapatmanızı İsteyen Bir Albüm

Teoman- Koyu Antoloji

8,5/10






     
      Teoman, 20 yılı aşkın bir zamandır sürdürdüğü kariyeriyle müzik sahnemizin en değerli isimlerinden biri. Yayımladığı birbirinden başarılı 10 stüdyo albümüyle birlikte de ülkemizde yaşayan çoğu insanın hayatına bir şekilde etki etmiş bir isim. Her şeyin de ötesinde bu topraklardan nadir çıkmış “gerçek” rock yıldızlarından biri. Aslında haliyle zaman içinde bir pop-rock sanatçısına dönüşse de sırf hayatı yaşayış şekli, medyatik açıklamaları ve şarkı sözlerinden bile bu çıkarımı yapabilmek çok mümkün. Ayrıca özellikle sesi, duruşu ve enerjisiyle hayran bırakan canlı performanslarıyla da ülkenin en büyük müzisyenleri arasında gösterilebilir. En son 2015 yılında Eski Bir Rüya Uğruna albümünü piyasaya sürdüğünden beri kendisinden yeni albüm beklenen Teo, müzikseverlerin karşısına yeni bir derleme albüm ile çıkıyor.


            2018’in ilk günlerinde Koyu Antoloji ile sahnelere dönen tecrübeli müzisyen, önceki albümlerinde yer alan parçaları nispeten daha karanlık ve olgun bir yapıda bizlere sunuyor. Enstrümantal ve prodüksiyonel açıdan oldukça sade bir üsluba sahip albümde Teoman, buradaki şarkılarını kendi ifadesiyle “geleceğe derli toplu bırakmak” niyetinde. Ayrıca bu kayıttaki parçalarının çoğunun hit şarkılarının gerisinde kalanlar olduğunu; ama ticari olarak ona bir katkısı olmasa bile bu parçaları yazmak için çok uğraştığını ve onları çok sevdiğini de dile getirmiş. Aslında müzisyen hitlerini halihazırda 2004 yılındaki Best of Teoman derlemesinde toplamıştı. Bunun dışında, Koyu Antoloji aslında müzisyenin bir başka derlemesi olan 2014 yılındaki Yavaş Yavaş albümüne konsept olarak yakın: Tipik Teo hitlerinin daha düşük tempoda seslendirildiği bu albümü ile böylece iki derleme de her anlamda birbirinin tamamlayıcısı gibi.


            Koyu Antoloji, bünyesinde 26 parça barındırıyor; bu nedenle dikkat çeken parçaları kısaca listelemek güç. Ancak birkaç örnek vermek gerekirse, albümün ilk kısmı oldukça etkileyici: İlk parça ve video olan Tuzak, depresif karakteriyle birlikte “Sahibiysen, tuzak bunlar” sözlerini dinleyicinin hafızasına resmen kazıyor. Ardından gelen Güzel Bir Gün, gerçekten albümün en akılda kalıcı işlerinden biri olmuş: Teoman’ın yaş aldıkça olgunlaşan sesi, parçaya adeta bir Leonard Cohen etkisi yaratıyor. Şarkının orijinalindeki o agresiflik, burada kendini hüzne bırakıyor. Albümün temelinde de aslında bu amaç var. Bu parçadaki gibi intro ve outro’larının albümde uzun tutulmasıyla ilgili ise müzisyen, albüme bir dram filmi soundtrack’i havası vermek istediklerinden böyle bir yolu seçtiklerini söylemiş. Ayrıca albümün çoğu parçasında bir Nick Cave havası da var; çünkü bu efsane sanatçıyla çalışmış ses mühendisi Kevin Paul’un kayıtta parmağı var.


            Teoman, yaptığı basın açıklamasında “Hayalim; bu albümün, evde, tercihen gözler kapalı, dikkatlice dinlenmesi.” diyor ve kesinlikle çok haklı. Sanatçı, gözlerimizi kapatmanızı istiyor; çünkü böylece parçaların olgunluğunu daha kolay bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Bir başka dikkat çeken parça, Bazı Yalanlar ise gerçekten albümdeki en özel işlerden biri: “Bazı yalanlar güzel, bazı gerçekler acıymış...” nakaratına parçayı bu haliyle de dinleyince teslim oluyorsunuz. Hem gitar kullanımı hem de yaylılar şarkıya resmen seviye atlatıyor. Şehir kokan parçalar Galata’da Rıhtımda ve İstanbul’da Sonbahar ise bu albümde ilk hallerine göre daha farklı bir olgunluktalar. Ayrıca Duş ve Soluk Soluğa, orijinal versiyonlarının etkileyiciliğinin yanında bu albümde daha da ayrı bir seksiliğe sahipler. Cinselliğe girmişken şunu da söyleyelim: Terlemeden Sevişenler’in buradaki versiyonundaki özellikle nakaratlardaki tempo değişimiyle birlikte şarkı resmen çağ atlamış.

            Paramparça ve Renkli Rüyalar Oteli hitleri ise bu koyu halleriyle dinlemesi ayrı bir zevkli işler olmuşlar. Ayrıca bir başka hit olmuş parça, Teo’nun çocukluğunu anlattığı İstasyon İnsanları ise albümün geneline karşın daha aydınlık bir yapıda. Ancak yine de bir demo havası var parçada. Albüm ile ilgili söylenecek birkaç negatif yönden biri de bu: Sanatçı, gerek vokali gerek de enstrüman seçimleriyle olsun bazı parçaları sanki demo kaydeder gibi işlemiş. Özellikle albümün sonlarına doğru şarkıların altyapısı ve vokal performansı alelacele kaydedilmiş gibi duruyor. Ancak zaten bu tat da Teoman’ın istediği bir şey. Yine de parçaların bu hallerinin mi yoksa orijinallerinin mi daha çok sevileceğini zaman gösterecek tabii ki.


            "Birçok şeye ilgimi yitirdim. Mesela ağzımın suyu akarak seyrettiğim çok az film var. Yeni çıkan romanlar da beni heyecanlandırmıyor. Hedefim yok, bu da hayatı sıkıcı hale getiriyor" diyen Teoman, amaçsızlığın kendinde heves bırakmadığını düşünüyor. Ayrıca bu nedenle de yeni işlere imza atıp atmayacağını da soranlara şunları söylüyor: “Yeni şarkılar yazmayı düşünmüyorum. Şu an müzikal olarak beni motive eden tek şey, geleceğe güzel şarkılar bırakmak. Eskiden yazdığım şarkıları derleme toplama işine o yüzden girdim. Koyu Antoloji albümü bunun başlangıcı.” Her sonun bir başlangıç olduğuna inanarak Teoman’dan bu başlangıcı sürdürmesini, 2018 Mart’ında çıkarmayı planladığı anı kitabını ve ilerisi için de düşündüğü “cover” konseptli albümünü bekliyoruz!



            

The xx- xx






Minimalist Bir Gece Klasiği

The xx- xx

10/10






     
      Müzik sektöründe yeni bir sanatçıysanız fark yaratmanız gerekir. Bu nedenle yeterince orijinal bir iş icra etmiyorsanız zamanla kaybolur gidersiniz. 2005 yılında Londra’da kurulmuş olan topluluk The xx ise henüz ilk albümleri xx’i piyasaya sürdüğünde, grubu bir defa dinleyen bile bu albümün zamana ait olmayan bir değere sahip olduğunu anlamıştı. 2009 çıkışlı bu debut albüm, modern müzikte yok olmaya yüz tutmuş “orijinallik” kelimesinden çok fazla iz taşıyordu. Bu nedenle İngiltere’deki en önemli müzik ödülü Mercury Prize’ı da kazandı. Grubun başardığı ise özetle günümüz dünyasının vazgeçilmezlerinden indie-pop’u post-punk ve dream-pop tatlarıyla karıştırmasıydı. Özellikle vokal Romy Croft’un naif vokalleri ve sade gitar riff’leriyle, bas gitardaki Oliver Sim’in Croft’a eşlik eden gitar yürüyüşleri ve dingin vokallerinin yanında grubun DJ’i Jamie xx’in yaratıcılığı, ortaya özgün bir “sound” çıkardı.




            Minimalistlik ise albümün başka bir özelliği. Kullanılan enstrümanlar ve beat’lerin sadeliği, vokallerin huzur veren basitliği, albüm görseli, şarkı isimleri, grubun giydiği siyah ağırlıklı kıyafetler bile minimalist. Albümün bir diğer karakteristiği ise parçaların gece dinlenince dinleyenlere daha fazla zevk vermesi olabilir. Özellikle gece 12’den, hatta 2-3’ten sonra şarkılar başka bir boyuta geçiyor. Şarkıların genellikle düşük ya da orta tempolu olması da haliyle karanlıkla bütünleşince bir türlü sabah olmasın istiyorsunuz. Bununla birlikte, ilk parçasından sonuna kadar hiçbir şarkıyı atlamadan da zevkle dinlenebilen bir yapıya sahip olması, albümü zamansız bir klasik haline getiriyor. Bu özellik, günümüzde yayımlanan çoğu indie grubun kayıtlarında görülemiyor; çünkü çoğu topluluk sadece birkaç single’dan ibaret. 



Intro, 2 dakika 7 saniyelik süresine rağmen hakkında sabaha kadar konuşabilecek bir eser. Hatta bunu tahmin etmiş olacaklar ki YouTube’da 10 saatlik versiyonları bile bulunuyor. City of the Sun cover’ı da ayrı bir güzellik. Ardından gelen VCR, Bowie’nin Heroes’unu andıran basları ve gitarları ile dinleyeni kendine bağlıyor. Crystalised ise albümün en büyük hitlerinden biri: Romy ve Oliver’in art arda gelen vokalleriyle birlikte nakarattaki “haihaiha” bölümü aklınızdan çıkamıyor. Parçanın muazzam bir Gorillaz cover’ı da mevcut. Islands ise gitarların beat’lerle uyumunun parçaya şahane bir şekilde hükmettiği bir eser. “I am yours now. So now I don't ever have to leave. I've been found now. So now I'll never explore” dizeleri de fazlasıyla etkileyici.

 Albümün her parçasını böyle anlatmaya devam edersek yazımız bir kompozisyona dönebilir; ancak Heart Skipped a Beat, Fantasy, Shelter, Basic Space, Infinity, Night Time ve Stars, özetle bütün parçalar ayrı birer gece hikayesi. Böylelikle bu kayıt da Ekşi’deki Bütün Parçaların Güzel Olduğu Albümler’in arasına ekleyebileceğimiz bir eser oluyor. Özetle, bu parçaların hiçbirini ayırt etmeden bırakın hepsi baştan sona gecelerinize eşlik etsin!