14 Haziran 2014

Kasabian- "48:13"





 Fazla Elektronik Enerji

Kasabian- "48:13"

6,5/10



      1997 yılından bu yana çıkardıkları 4 albümle birlikte yakaladıkları ivme, Kasabian’ı İngiltere’deki modern müziğin sayılı gruplarından biri haline getirdi. Özellikle henüz ilk albümleri (Kasabian, 2004) çok başarılı eleştiriler aldı. Buradaki The Stone Roses etkili “Madchester” tınısının ve melodik yapılı gitar müziğinin, başarıda oldukça etkisi olduğu söylenebilir. Albüm, FIFA 13 ve 14 adlı oyunlarda da yer almış olan “Club Foot” ve ilk single’ları “Reason Is Treason” gibi parçaları barındırıyordu. Daha sonraki eserlerinde de grubun adım adım yükselmesi hiç şaşırtıcı değildi: Bu başarı sonrasında Oasis ile turneye çıkma ayrıcalığına kavuşan grubun dönüşte çıkardığı “Empire” ile artık listelerde 1 numaraya ulaşılmıştı bile. Özellikle “Empire” ve “Shoot the Runner” parçaları ile biraz daha elektronik denemeler içeren bu albüm sonrası grup, 3. kayıtları “West Ryder Pauper Lunatic Asylum”da artık tam anlamıyla müzik tarzlarını oturttu. Aynı zamanda bu albümde ilk defa ünlü prodüktör Dan the Automator ile çalışıldı. Büyük bir kesime göre grubun en iyi işi olarak kabul edilen bu eser, yine belki de en büyük hitleri sayılan “Fire” ve “Underdog” gibi başarılı single’larıyla da, bunun yanında “Thick as Thieves” gibi gizli hitleriyle oldukça dikkat çekmişti. Artık önemli festivallerde de büyük grup statüsüne erişen, hayran kitlesini genişleten Kasabian, yine aynı prodüktörle çalışarak 2011 yılında çıkardığı “Velociraptor!” ile de tam anlamıyla yeniden kendi müziğinin zirvesine ulaştı: Özellikle ülke medyası tarafından şimdiye kadar hiç almadığı kadar yüksek derecelerde eleştiriler aldı, NME albümü grubun zirvesi olarak gösterdi. Buradan akılda kalanlar ise hit single “Days are Forgotten”, bir absent parçası “La Fée Verte”, sözleriyle dikkat çeken “Re-Wired” ve Lana del Rey’in de coverladığı ”Goodbye Kiss” oldu. Aslında kısaca söylenebilir ki “Velociraptor!”, son yıllarda görmeye alışık olmadığımız bir şekilde bütün parçaları da zevkle dinlenebilen bir albüm yapısındaydı.




      3 yıllık bir aranın ardından ince eleyip sık dokuyan Kasabian, eserlerinde giderek artırdığı elektronik altyapılarını daha da üst seviyeye taşıyarak, hatta abartarak, neredeyse tamamı bilgisayardan çıkma bir albümle dinleyicilerinin karşısına çıkıyor. 6 Haziran’da yayınlanan ve ismi, parçaların sürelerinin toplamından oluşan “48:13” adlı 5. albümleri ile grup, belki de müzikseverleri ilk defa bu kadar şaşırtıyor. Solist Tom Meighan’ın Sine Büyüka’ya verdiği röportajda da belirtiliyor: Meighan, zaten amaçlarının da böyle bir sürpriz yaratmak olduğunu, bununla birlikte albüme kesinlikle çok güvendiğini ve hatta en iyi işleri olduğunu ifade ediyor. Yayınlanan ilk single “Eez-eh”, oldukça enerjik olduğu kadar melodik, akılda kalıcı sözlere sahip ve esasen dopdolu bir parça; ancak doğruyu söylemek gerekirse ilk dinleyişte Kasabian hayranlarını tatmin edebilecek yapıda bir parça kesinlikle değil. Grubun kendini böyle bir değişikliğe götürerek daha da geliştirmeye çalışması çok doğal olsa da alışık olunan Kasabian müziğinden çok daha ayrı, daha çok bir yan proje gibi gözüken bir şekilde. Hatta bu farklılaşma şarkının isminden bile hissedilebilir. (Easy’nin güzel gözükmediğini belirtmişti Meighan). Yine de söylenilebilir ki böyle bir albümün çıkış parçası için hiç de fena bir parça değil.




      Anlaşılacağı üzere de ilk single ile albümün geneli de paralel bir karaktere sahip. Grubun bir nevi imzası sayılan o basit gitar melodileri bu albümde bulunmuyor, hatta “48:13” ün önceki albümlere nazaran “gitar müziği” ile uzaktan yakından alakası yok. Tanıtım konserlerinde de grubun gitaristi ve vokalisti Sergi Pizzorno, çoğunlukla klavye çalarken gözüküyor. Zaten prodüktörlüğün sadece Pizzorno tarafından üstlenilmesi de önceki iki albüme göre bir başka değişiklik. Her ne kadar çoğunlukla, yabancı tabirle “grower” denilen, yani dinledikçe benimsenen parçalar da barındıran bir yapıya sahip olsa da albümdeki gitar eksikliği çok açık bir şekilde hissediliyor. Zaten grubun diğer gitaristi Jay Mehler de oluşturulmak istenen bu yeni Kasabian tarzını fark etmiş olacak ki kısa bir süre önce ayrılıp post-Oasis grubu Beady Eye’a katıldı. Ayrıca stadyum konserleriyle ünlü Oasis ve The Stone Roses etkili bir kültüre sahip olan grubun, bu tarz değişimler sonucunda canlı performanslarının da hala yeterli düzeyde olup olamayacağı belli değil. Özellikle birçok büyük festivalde “Fire” ile dinleyicisine unutulmaz anlar yaşatan grubun aynı şekilde bu albümden bir parçayı da bu kadar etkili bir şekilde kullanabilmesi biraz zor gözüküyor. Bu sorunun cevabını da Kasabian, bu ay sonunda gerçekleşecek olan ünlü Glastonbury Festivali’nde Arcade Fire ve Metallica’yla birlikte headliner olarak sahne aldığında en iyi şekilde verecektir tabii ki.



      Bütün bunların yanında “48:13”ün de grubun her albümünde olduğu gibi, oldukça dikkat çeken parçaları var elbette. Özellikle “Treat” gerçekten çok özel bir parça olmuş, şarkıyı daha doğrusu ikiye ayırmak gerek; çünkü ilk kısım gayet güzel bir melodiye sahip fena olmayan bir Kasabian eseriyken parça, ikinci kısmı ve klavyenin girmesiyle birlikte dopdolu, insanı şaşırtan bir esere dönüşmüş, gruba çok da yakışmış bu değişiklik. Bunun yanında “Doomsday” de özellikle nakaratıyla enerjik bir hit potansiyeli taşıyan başka bir şarkı, konserlerinin ilk bölümlerine oldukça yakışacak bir seçim olabilir. Yine böyle başka enerjik bir parça olan albümün ilk şarkısı “Bumblebee” de diğer bir single adayı. Muhtemelen yine müzikseverlerin canlı olarak birçok defa dinleme fırsatı bulabileceği bir parça olacaktır. Ancak özellikle belirtmekte fayda var ki “Stevie” gerçekten Kasabian’a çok yakışmış bir parça olmuş, hatta Tom Meighan’ın vokalleri bile bu şarkıda eski albümlerini anımsatıyor dinleyicilere, çok daha oturmuş bir yapıda şarkı. Hatta çoğu dinleyicisinin de 3 yıldır özlediği o Kasabian’dan geliyor “Stevie”,  adeta geçen albümden çıkmış gibi. Akustik versiyonu da ayrı güzel. Ayrıca nakaratıyla ve şarkı sözleriyle diğer Kasabian klasikleri arasına şimdiden rahatça konulabilir, büyük ihtimalle de single olarak yayınlanacaktır zaten.





      Son olarak belirtmek gerekir ki albümün diğer kayıtlarına göre daha az hit şarkı içerdiği, birkaç defa dinlenildiğinde bile rahatlıkla hissedilebilir. Sanki aceleye getirilmiş gibi bir yapıya sahip. Halbuki 3 yıllık bu ara, yeterli birikimi çıkarmak için gayet uygun bir süre olarak gözüküyordu. Bunun yanında ilk albümdeki gibi albümün çeşitli yerlerinde bulunan üç tane interlude’un da gerekliliği sorgulanabilir. Ancak genel olarak eleştirmek gerekirse “48:13”ün kesinlikle kötü bir müzik albümü olduğu söylenemez; yine de grubun önceden yaptıkları hatırlanırsa, bu albümün “yeterli” bir Kasabian albümü olmadığı da ne yazık ki söylenebilir. Bu elektronik değişikliğin devamı gelecekse de bundan sonra “Treat” tadında parçalar yaratmaları ise, grubun geleceği açısından en mantıklı çözüm olacaktır.