Fazla Elektronik Enerji
Kasabian- "48:13"
6,5/10
1997 yılından bu yana çıkardıkları 4 albümle birlikte
yakaladıkları ivme, Kasabian’ı İngiltere’deki modern müziğin sayılı
gruplarından biri haline getirdi. Özellikle henüz ilk albümleri (Kasabian, 2004)
çok başarılı eleştiriler aldı. Buradaki The Stone Roses etkili “Madchester”
tınısının ve melodik yapılı gitar müziğinin, başarıda oldukça etkisi olduğu
söylenebilir. Albüm, FIFA 13 ve 14 adlı oyunlarda da yer almış olan “Club Foot”
ve ilk single’ları “Reason Is Treason” gibi parçaları barındırıyordu. Daha
sonraki eserlerinde de grubun adım adım yükselmesi hiç şaşırtıcı değildi: Bu
başarı sonrasında Oasis ile turneye çıkma ayrıcalığına kavuşan grubun dönüşte çıkardığı
“Empire” ile artık listelerde 1 numaraya ulaşılmıştı bile. Özellikle “Empire”
ve “Shoot the Runner” parçaları ile biraz daha elektronik denemeler içeren bu
albüm sonrası grup, 3. kayıtları “West
Ryder Pauper Lunatic Asylum”da artık tam anlamıyla müzik tarzlarını oturttu. Aynı
zamanda bu albümde ilk defa ünlü prodüktör Dan the Automator ile çalışıldı. Büyük
bir kesime göre grubun en iyi işi olarak kabul edilen bu eser, yine belki de en
büyük hitleri sayılan “Fire” ve “Underdog” gibi başarılı single’larıyla da,
bunun yanında “Thick as Thieves” gibi gizli hitleriyle oldukça dikkat çekmişti.
Artık önemli festivallerde de büyük grup statüsüne erişen, hayran kitlesini
genişleten Kasabian, yine aynı prodüktörle çalışarak 2011 yılında çıkardığı
“Velociraptor!” ile de tam anlamıyla yeniden kendi müziğinin zirvesine ulaştı: Özellikle
ülke medyası tarafından şimdiye kadar hiç almadığı kadar yüksek derecelerde
eleştiriler aldı, NME albümü grubun zirvesi olarak gösterdi. Buradan akılda
kalanlar ise hit single “Days are Forgotten”, bir absent parçası “La Fée Verte”, sözleriyle dikkat çeken “Re-Wired” ve Lana del Rey’in de coverladığı
”Goodbye Kiss” oldu. Aslında kısaca söylenebilir ki “Velociraptor!”, son
yıllarda görmeye alışık olmadığımız bir şekilde bütün parçaları da zevkle
dinlenebilen bir albüm yapısındaydı.
3 yıllık bir aranın ardından
ince eleyip sık dokuyan Kasabian, eserlerinde giderek artırdığı elektronik altyapılarını
daha da üst seviyeye taşıyarak, hatta abartarak, neredeyse tamamı bilgisayardan
çıkma bir albümle dinleyicilerinin karşısına çıkıyor. 6 Haziran’da yayınlanan
ve ismi, parçaların sürelerinin toplamından oluşan “48:13” adlı 5. albümleri ile
grup, belki de müzikseverleri ilk defa bu kadar şaşırtıyor. Solist Tom
Meighan’ın Sine Büyüka’ya verdiği röportajda da belirtiliyor: Meighan, zaten amaçlarının
da böyle bir sürpriz yaratmak olduğunu, bununla birlikte albüme kesinlikle çok
güvendiğini ve hatta en iyi işleri olduğunu ifade ediyor. Yayınlanan ilk single
“Eez-eh”, oldukça enerjik olduğu kadar melodik, akılda kalıcı sözlere sahip ve
esasen dopdolu bir parça; ancak doğruyu söylemek gerekirse ilk dinleyişte Kasabian
hayranlarını tatmin edebilecek yapıda bir parça kesinlikle değil. Grubun
kendini böyle bir değişikliğe götürerek daha da geliştirmeye çalışması çok
doğal olsa da alışık olunan Kasabian müziğinden çok daha ayrı, daha çok bir yan
proje gibi gözüken bir şekilde. Hatta bu farklılaşma şarkının isminden bile
hissedilebilir. (Easy’nin güzel gözükmediğini belirtmişti Meighan). Yine de
söylenilebilir ki böyle bir albümün çıkış parçası için hiç de fena bir parça
değil.
Anlaşılacağı üzere de ilk
single ile albümün geneli de paralel bir karaktere sahip. Grubun bir nevi
imzası sayılan o basit gitar melodileri bu albümde bulunmuyor, hatta “48:13” ün
önceki albümlere nazaran “gitar müziği” ile uzaktan yakından alakası yok. Tanıtım
konserlerinde de grubun gitaristi ve vokalisti Sergi Pizzorno, çoğunlukla
klavye çalarken gözüküyor. Zaten prodüktörlüğün sadece Pizzorno tarafından
üstlenilmesi de önceki iki albüme göre bir başka değişiklik. Her ne kadar
çoğunlukla, yabancı tabirle “grower” denilen, yani dinledikçe benimsenen
parçalar da barındıran bir yapıya sahip olsa da albümdeki gitar eksikliği çok
açık bir şekilde hissediliyor. Zaten grubun diğer gitaristi Jay Mehler de
oluşturulmak istenen bu yeni Kasabian tarzını fark etmiş olacak ki kısa bir
süre önce ayrılıp post-Oasis grubu Beady Eye’a katıldı. Ayrıca stadyum
konserleriyle ünlü Oasis ve The Stone Roses etkili bir kültüre sahip olan
grubun, bu tarz değişimler sonucunda canlı performanslarının da hala yeterli
düzeyde olup olamayacağı belli değil. Özellikle birçok büyük festivalde “Fire”
ile dinleyicisine unutulmaz anlar yaşatan grubun aynı şekilde bu albümden bir
parçayı da bu kadar etkili bir şekilde kullanabilmesi biraz zor gözüküyor. Bu sorunun
cevabını da Kasabian, bu ay sonunda gerçekleşecek olan ünlü Glastonbury Festivali’nde Arcade Fire ve Metallica’yla birlikte headliner olarak sahne aldığında
en iyi şekilde verecektir tabii ki.
Bütün bunların yanında
“48:13”ün de grubun her albümünde olduğu gibi, oldukça dikkat çeken parçaları
var elbette. Özellikle “Treat” gerçekten çok özel bir parça olmuş, şarkıyı daha
doğrusu ikiye ayırmak gerek; çünkü ilk kısım gayet güzel bir melodiye sahip fena
olmayan bir Kasabian eseriyken parça, ikinci kısmı ve klavyenin girmesiyle
birlikte dopdolu, insanı şaşırtan bir esere dönüşmüş, gruba çok da yakışmış bu
değişiklik. Bunun yanında “Doomsday” de özellikle nakaratıyla enerjik bir hit
potansiyeli taşıyan başka bir şarkı, konserlerinin ilk bölümlerine oldukça
yakışacak bir seçim olabilir. Yine böyle başka enerjik bir parça olan albümün
ilk şarkısı “Bumblebee” de diğer bir single adayı. Muhtemelen yine
müzikseverlerin canlı olarak birçok defa dinleme fırsatı bulabileceği bir parça
olacaktır. Ancak özellikle belirtmekte fayda var ki “Stevie” gerçekten
Kasabian’a çok yakışmış bir parça olmuş, hatta Tom Meighan’ın vokalleri bile bu
şarkıda eski albümlerini anımsatıyor dinleyicilere, çok daha oturmuş bir yapıda
şarkı. Hatta çoğu dinleyicisinin de 3 yıldır özlediği o Kasabian’dan geliyor
“Stevie”, adeta geçen albümden çıkmış
gibi. Akustik versiyonu da ayrı güzel. Ayrıca nakaratıyla ve şarkı sözleriyle diğer Kasabian klasikleri arasına
şimdiden rahatça konulabilir, büyük ihtimalle de single olarak yayınlanacaktır
zaten.
Son olarak belirtmek gerekir
ki albümün diğer kayıtlarına göre daha az hit şarkı içerdiği, birkaç defa
dinlenildiğinde bile rahatlıkla hissedilebilir. Sanki aceleye getirilmiş gibi
bir yapıya sahip. Halbuki 3 yıllık bu ara, yeterli birikimi çıkarmak için gayet
uygun bir süre olarak gözüküyordu. Bunun yanında ilk albümdeki gibi albümün
çeşitli yerlerinde bulunan üç tane interlude’un da gerekliliği sorgulanabilir.
Ancak genel olarak eleştirmek gerekirse “48:13”ün kesinlikle kötü bir müzik albümü
olduğu söylenemez; yine de grubun önceden yaptıkları hatırlanırsa, bu albümün
“yeterli” bir Kasabian albümü olmadığı da ne yazık ki söylenebilir. Bu
elektronik değişikliğin devamı gelecekse de bundan sonra “Treat” tadında
parçalar yaratmaları ise, grubun geleceği açısından en mantıklı çözüm olacaktır.