İçimizdeki Son İrlandalı
Hozier- "Hozier"
7,5/10
İrlanda, müzik dünyasına çok
sayıda şarkı yazarı müzisyenler kazandırmıştır: Orijinal tabiriyle
“singer-songwriter” olarak nitelendirebilecek olan bu müzisyenlerden Van
Morrison, Bob Geldof, Sinéad O'Connor ve U2’dan Bono başta olmak üzere birçok
değerli sanatçı İrlandalı’dır. Son yıllarda ise Glen Hansard ve Damien Rice
gibi çok önemli folk müzisyenleri ortaya çıkmıştır. Belki de yakın gelecekte
adı bu isimlerle birlikte anılacak olan Andrew Hozier-Byrne için ise her şey
gerçekten çok hızlı gelişti.
Kısaca soyadı Hozier ismini
kullanan 1990 doğumlu müzisyen, üniversite eğitimini yarıda bırakıp kendini
tamamen müziğe verip Anúna isimli antik vokal müziği topluluğuna katıldı.
Buradaki 3 yıllık deneyiminden sonra 2013 yılının Eylül ayında ise hayatını kökünden
değiştirecek olan ilk single’ı “Take Me to Church”ü Youtube üzerinden
yayımladı. Aynı adı taşıyan EP’de yer alan parça, viral bir şekilde yayılıp
İrlanda’da ve birkaç ülkede daha listelerde çok başarılı oldu. Hozier ise henüz
tam anlamıyla bir albümü bile olmadan ismini geniş kitlelere duyurmayı başardı.
2014 Eylül’ünde ise “Hozier” isimli debut albümü yayımladıktan sonra ilk single
“Take Me to Church” esas sıçramasını yaptı: Parça o kadar patladı ki başta Amerika
olmak üzere birçok ülkenin listelerini domine etti, Empire ve Constantine gibi
dizilerde kullanıldı, ayrıca The Voice 2014 programında finalistlerden Matt
McAndrew’in söylediği parçalardan biri oldu ve şarkının bu versiyonu da
listelerde uzun süre üst sıralarda yer aldı. Bununla birlikte başta Ed Sheeran
olmak üzere birçok müzisyen şarkıyı kendi tarzlarında yorumladı. Her şeyin
ötesinde de parça, son olarak açıklanan listeye göre 8 Şubat 2015’te
gerçekleşecek olan 57. Grammy Ödülleri’nde “Yılın Şarkısı” gibi oldukça önemli
bir dalda aday gösterildi.
Şarkı, özellikle sanatçının
sesinin sınırlarını zorladığı nakaratıyla henüz ilk dinleyişte insanı bağlıyor,
bunun yanında tabii ki videosunun da bu başarıda payı oldukça yüksek: Fugazi
grubunun davulcusu Brendan Canty tarafından çekilen klip, iki erkeğin birbirlerine
olan “yasak” aşkını konu alıyor. Klibin, bu denli bir sosyal mesaj içermesi de
şarkının geniş kitlelere ulaşmasında ister istemez daha fazla etkili olduğu
söylenebilir. Bunun yanında parça özellikle şarkı sözleriyle de çok fazla dikkat
çekiyor: Hozier, din ile aşk üzerine parçada oldukça sert eleştiriler yapıyor
ve genel anlamda da kendi dinini aşkıyla bütünleştiriyor. Bu tarz konularda bu
düzeyde şarkı sözleri de günümüzde artık çok fazla rastlanılan bir şey değil,
bu nedenle de diğer parçalarında da kullandığı şekilde kaleminin bu kadar sert
olması sanatçıya kesinlikle bir orijinallik katıyor. Aynı şekilde şarkıcının
yazdığı parçalar dışında sesi, ses aralığının genişliği ve onu kullanış
şeklindeki olgunluk da kendisine son zamanlarda parlayan sanatçılar arasında başka
türlü bir orijinallik sağlıyor.
Hozier’in kendi ismini verdiği
ilk albümünün piyasaya sürülmesi, haliyle “Take Me to Church” ve sonrasında
çıkardığı “From Eden” EP’lerinden başka birçok parçayı dinleyicilere açtı.
Sanatçının başarısının anlık mı yoksa kalıcı mı olacağı ise kesinlikle bu
albümün yapısına bağlıydı. “One-Hit Wonder” olarak tabir edilen, tek bir
parçayla meşhur olan müzisyenlerden biri olup olmayacağının sorusunun karşılığı
ise albümü sadece tek bir dinleyişte anlaşılabiliyor: Albüm, beklentileri hiç
de boşa çıkarmıyor ve dinleyicileri gerçekten birçok hitle daha tanıştırıyor. Bunun
yanı sıra Hozier’in canlı performansları da parçaların albüm versiyonunu
aratmıyor hatta canlı canlı daha başarılı bile denebilir; sesini gerçekten çok iyi
bir şekilde kullanıyor. Tabii şunu söylemek gerekir ki diğer parçalar “Take Me
to Church”ün etkisini pek yaratamıyor; ancak bu durum albümün yılın en iyi
işlerinden kabul edilemeyeceğini göstermiyor. Zaten her şarkı o etkiyi
yaratsaydı, Hozier de birden göklere çıkarılan 18 yaşındaki Yeni Zelandalı Lorde
gibi nitelendirilecek, aday olduğu bütün ödüllerin sahibi olacaktı. Şimdilik
öyle bir durum söz konusu değil gibi gözüküyor.
Albümü 2014’ün en iyi işlerinden
biri haline getiren parçalardan söz edilecek olursa öncelikle ilk single’ın
ardından, “To Be Alone” dikkatleri çekiyor. Orta tempo bir blues- soul parçası
şeklindeki şarkı, sözlerinin açıklığı ile yine etkilemeyi başarıyor: “It feels
good, to be alone with you” dizeleri ve sonrasındaki melodi, akıllara adeta kazınıyor,
bunun yanında parçadaki gitarlar da oldukça başarılı. Sanatçının tek başına
sergilediği canlı performansı da ayrı bir güzel. Aynı zamanda Hozier’in müzik
tarzını en iyi özetleyen parçalardan biri “To Be Alone”. Sadece bu parçada
değil albümün geneline de yayılmış olan The Black Keys ve Jeff Buckley karışımı
bir hava var sanatçıda. Özellikle blues-rock ve soul tarzının modern müziğe
uyarlanmasında bu iki ismin etkisi, müzisyende rahatlıkla hissedilebiliyor.
Öne çıkan diğer bir parça ise albümün
ikinci parçası “Angel Of Small Death & The Codeine Scene”, özellikle
albümün genelinde ağırlıklı olan orta tempolu parçalardan farklı olarak alkış
tutulan temposuyla, çoklu vokalleriyle ve hatta eğlenceli bile denebilecek nakaratıyla
başarılı bir blues-rock şarkısı. Bunların yanında da aslında albümde boş şarkı
yok denilebilir. Hemen ardından gelen parça “Jackie and Wilson” da gayet
başarılı ve yine hareketli bir yapıda ancak Black Keys esinlenmeleri gerçekten
çok fazla hissediliyor. Sanki “Turn Blue” albümünden bir parça dinliyormuş hissiyatı
veriyor. “Someone New”, neşeli yapısıyla
ağırlıklı olarak haliyle kasvetli olan albümün içinde “I fall in love just a
little, oh a little bit every day with someone new” dizeleriyle kayda enerji
katıyor ve parçayı en çok akılda kalan eserlerden biri haline getiriyor. İlk EP
sonrası, bu albümden önce dinleyicilerle paylaşılan ikinci EP’de yer alan “From Eden” ise Hozier’in sesini yine çok doğru kullandığı parçaların arasında bulunuyor.
Albümün üçüncü single’ı “Sedated” ise rahatlıkla söylenebilir ki gospel
vokalleriyle, akıcı nakaratıyla ve düzenlemesiyle kesinlikle albümün en iyi
parçalarından biri. Tam bir vokal şarkısı olan “Work Song” ise bütün duygusuyla
soul müziğin hakkını gerçekten veriyor. Çok fazla enstrüman kullanılmayan
şarkıdaki çoklu vokaller gerçekten çok başarılı. Bu anlamda da sanki şarkı, 2014
yılının en önemli isimlerinden Sam Smith’in parçalarına benziyor. “Like Real People Do” ise melodik gitarları ve Mumford & Sons havasındaki folk
tavrıyla albümün en rahat dinlenilen parçalarından biri oluyor.
Albümün delux versiyonunda ise
dört tane daha parça bulunuyor: Albümün ikinci teklisi “Arsonist’s Lullabye”agresif tarzını yansıtan davulları ve geçişlerde eşlik eden piyanolarıyla adeta
dinleyiciyi hipnotize ediyor. “My Love Will Never Die” ise geleneksel akustik-folk
tarzıyla albüme çok naif ve başarılı bir kapanış yaptırıyor. Aslında Hozier’in grupla
değil de akustik gitarla tek başına yaptığı bu şekildeki parçaların sayısı
albümde daha fazla olabilirdi. Bu yalınlık sayesinde parçaların düzenlemeleri
de çok daha basit olurdu ve sanatçının vermek istediği duygu da çok daha kolay
bir şekilde dinleyiciye geçerdi. Daha çok Damien Rice ve Elliott Smith’inkiler
gibi bu tarzda kendi halinde yalın parçalar, Hozier’in müziğine daha da derinlik
katabilir.
Hozier, yaptığı müziğin yanında
imajıyla da takdir topluyor. Özellikle single ve albüm kapaklarının hepsinin,
ressam olan annesi Raine Hozier-Byrne’in çalışmalarından seçilmesi ve aynı
zamanda giyim konusunda da kendine has oldukça şık bir tarzı benimsemiş olması
da imaj konusunda menajerlerin ve plak şirketlerinin işini kolaylaştırdığı
kesin. Sonuç olarak klasik tabirle yeni bir yıldız doğuyor cümlesini rahatlıkla
kurabiliriz. Yeni albüm ya da çalışmalarında beste anlamında “Take Me to Church”ün
üzerine çıkabilirse de müzisyenin birkaç yıl içinde çok daha iyi yerlerde
olacağına hiç şüphe yok. Tabii piyasadaki orijinal müzisyen kıtlığı içinde gün
geçtikçe zaten daha da değerlenecektir. Özellikle en son daha çok pop
sanatçılarının konuk olduğu “Victoria Secret Fashion Show 2014”e katılması da
bu popülaritenin giderek artacağının bir göstergesi.