8 Şehrin Hikayesi
Foo Fighters- "Sonic Highways"
7,5/10
5 Nisan tarihi, Grunge müziği
için lanetlidir. Akımın en önemli 4 isminden ikisi, iki efsanevi müzisyen bu
günde hayata gözlerini yummuştur: Önce 1994 yılında 27’ler kulübüne katılan
Kurt Cobain, ardından 2002 yılında ise Layne Staley... Özellikle Nirvana’nın
piyasayı altüst ettiği dönemde, grubun her şeyi olan Cobain’in ölümü, dünyaya
damga vurmuş bu müzik akımının birkaç yıl içinde sonlanacağının da
habercisiydi. İşte ilk 5 Nisan’ın yaşandığı bu yılın sonlarına doğru, depresyonda
olan grubun davulcusu Dave Grohl, Kurt’ün intiharının yaşattığı travmayı
üzerinden atmak ve kendini müziğe vererek yeniden toparlanmak istedi. Yaşadığı
onca şeyden sonra yine de o tek başına stüdyoya kapanıp, bütün şarkılarını
kendisi yazdığı, enstrümanlarını da yine kendisi çaldığı ve bir de vokalini de
yaptığı albümü kaydetme cesaretini gösterdi. Grohl, böylece adeta yeniden
doğmuş oldu ve ilk başta sadece 100 adet kopyasını çıkardığı albümünü,
kimliğini çok da ön plana çıkarmamak adına “Foo Fighters” ismiyle yayımladı.
Davul
dışında diğer enstrümanlara olan yeteneğinin yanı sıra sesinin de vokal görevi
için fazlasıyla yeterli olduğunu kanıtlayan sanatçı, albüm için gayet olumlu
tepkiler almasına rağmen, bundan sonra yoluna solo sanatçı olarak değil, grup
olarak devam etmek istedi: Çeşitli zaman aralıklarıyla gruba dahil olan Nirvana’dan
Pat Smear da dahil olmak üzere Nate Mendel, Chris Shiflett ve Taylor Hawkins
ile birlikte art arda çok başarılı albümler çıkardı. Albümlerden peş peşe çıkan
hitler sayesinde Grammy Ödülleri koleksiyoncusu haline gelen grup, listelerdeki
bu başarılarıyla da artık Grohl’un “Nirvana sonrası projesi” olarak değil de
tam anlamıyla bir “headliner” grup statüsüne kavuştu.
1997’de “The Colour and the Shape”,
iki yıl sonra “There Is Nothing Left to Lose” ve 2002’de “One by One”, üç
yıllık aradan sonra “In Your Honor” ve ardından 2007’de “Echoes, Silence,
Patience & Grace” yayımlandı. Bu albümlerden çıkan “Learn to Fly”, “My Hero”, “All My Life”, “Times Like These”, “Long Road to Ruin” gibi hitlerle ve
özellikle ünlerine ün katan “Everlong”, “The Pretender”, “Best of You” üçlüsü
ile grup, modern rock müziğin en önemli temsilcilerinden biri haline geldi. Müziklerinde
Post-Grunge, Alternatif Rock ve Hard Rock arasındaki dengeyi kendilerine has
bir şekilde tutan ve Grohl’un gitgide geliştirdiği vokalleriyle de özellikle
canlı performanslarında hayranlık uyandıran bir grup olduverdi Foo Fighters: “Skin
and Bones” (2006) isimli akustik konser albümlerinin başarısı ve her seferinde
dolup taşan stadyum konserleriyle de müziklerinin stüdyo dışında performans
kısmıyla da grup, fazlasıyla takdir kazandı.
Bunun yanında Foo Fighters’ı
belki de günümüzün en değerli müzik gruplarından biri haline getiren kayıt ise
hiç şüphesiz 2011 yılında piyasaya sürdükleri ve yıla damga vurdukları
albümleri “Wasting Light” oldu. Dave Grohl’un evinin garajında tamamen manuel
sistemlerle kaydedilen ve bu anlamda da enstrüman seslerinin doğallığıyla modern
müziğe adeta damga vuran bir kayıttı. Ayrıca Nirvana’ının efsanevi albümü “Nevermind”ın
kaydını yapan ünlü prodüktör/müzisyen Butch Vig kaydın prodüktörlüğünü üstlendi
ve Nirvana’nın basçısı Krist Novoselic’in de bir şarkıda basları ve akordiyonu
çalmasıyla, Smear’ın zaten ritim gitarda olmasıyla da Cobain dışında “Nevermind” kadrosu bir kez
daha bir araya gelme fırsatı bulmuş oldu. Bunun yanında albümün yapılış
sürecini anlatan “Foo Fighters: Back and Forth” isimli belgesel de önemli bir
başarı elde etti. Albüm, 2012 yılında yapılan Grammy Müzik Ödülleri’nde tek
başına tam 5 tane ödülün sahibi oldu. Adele’in ve onun “21” isimli albümünün
patladığı yıl olmasa şüphesiz “Yılın Albümü” ödülünün de sahibi olacaklardı. Bu
albümden, “Walk”, “Dear Rosemary”,“Bridge Burning”, “Arlandria”, “Rope” ve
Novoselic’li “I Should Have Known” başta olmak üzere birçok hit çıktı, hatta
albüm bütünüyle hitlerden oluşuyordu. Sonrasında ise “Wasting Light” ile tavan
yapan başarının ardından Grohl yine boş durmadı ve 2013 yılında bir belgesel
daha yayımladı: “Nevermind”ın kaydının da yapıldığı dünyaca ünlü Sound City
stüdyosu hakkındaki “Sound City” isimli film, “indie filmlerin Oscar’ı” Sundance
Film Festivali’nde özel gösterimle seyircileriyle buluştu. Çok beğenilen
belgeselin iki Grammy’li soundtrack albümü ise Sound City Players ismi altında Sir
Paul McCartney, Josh Homme, Trent Reznor ve Corey Taylor gibi önemli isimleri
bir araya getirdi.
Art arda bu kadar önemli işlerin
çıkmasından sonra ise birçok kesim tarafından beklenen kayıt olan Foo’nun
sekizinci albümü “Sonic Highways”, 2014’ün kasım ayında raflarda yerini aldı.
Albüm aynı zamanda Grohl’un yönetmenlik koltuğunda oturduğu 8 bölümlük bir
televizyon dizisi olarak “Game of Thrones”, “Entourage”,”The Sopranos” gibi
yapımlarıyla ün kazanmış Amerikan TV kanalı HBO’da yayınlanıyor. Dizinin ve
albümün orijinalliği ise şuradan kaynaklanıyor: Albümde yer alan 8 parça da
ABD’nin 8 farklı şehrinde kaydedilmiş ve aynı zamanda dizi de bu 8 farklı
şehirde geçmekte. Ayrıca her parçada ayrı bir konuk sanatçı bulunmakta. Dave
Grohl, projeyi “Amerikan müziğine bir aşk mektubu” olarak nitelendiriyor ve
“Sonic Highways”’in albüm kapağından da anlaşılabileceği üzere albüme sadece
bir müzik kaydı olasından öte, Amerikan müziği için saygı duruşu anlamını
yüklüyor. Bu arada albüm kapağının nerdeyse her yerinde görülebilen sonsuzluk
işareti (∞) grubun sekizinci albümü şerefine bir ters sekiz ve albümde 8
şarkı/şehir olmasına da gönderme yapılıyor. Belgeselin yapılma amacı da
Amerika’daki müziğin tarihi hakkında gerek müzik videoları gerekse çeşitli
müzisyenlerin röportajlarıyla beraber insanları bilgilendirmek. Sound City
belgeselinin de başarısının ve ondan çıkan kaliteli parçaların ardından da
Grohl ve arkadaşları, işi daha da büyütmeye karar vermiş ve sekizinci
albümlerini ilk defa bir konsept etrafında oluşturmuşlar. Aynı zamanda “Wasting
Light”taki gibi Butch Vig, bir kez daha albümün prodüktörlük koltuğunda
oturuyor.
Öncelikle albümün ilk single’ı
"Something from Nothing" Chicago’da, kaydedilmiş. Parça, ilginç bir
şekilde grubun akustik hiti “Skin and Bones” ile neredeyse aynı şekilde
başlıyor. Bunun yanında da bir Dio klasiği “Holy Diver”ı andıran şaşırtıcı
gitarlarıyla da dinleyiciye ters köşe yaptırıyor ama kesinlikle iyi anlamda bir
değişiklik bu. Şarkının klasikleşen alternatif rock temposundan çıkıp farklı
biçimlerde ilerlemesi her ne kadar başka yerlerden etkilenmeler olsa da parçaya
tadında bir orijinallik katıyor. Art arda dinleme isteği de uyandıran bir başka
Foo Fighters klasiği statüsüne hemen kavuşmuş bir şarkı.
Ardından gelen single "The Feast and the Famine" Arlington, Virginia’da (ancak yakınlığından dolayı
Washington D.C’de bölüm çekilmiş.). Albümün en tempolu şarkısı olarak lanse
edilebilir: Özellikle nakarat kısmı çok oturmuş şarkıda, “Amen!” bağırışları
akıllara kolayca kazınıyor ve grubun şarkının düzenlemesinde çok emek verdiği
belli oluyor. Sonraki parça “Congregation”, Nashville ‘de Zac Brown ile
birlikte kaydedilmiş. Özellikle nakarat öncesindeki gitarlarıyla ve grubun
enerjik hit şarkılarındaki alışılan düzenlemeleriyle dikkat çeken bir başka
parça oluyor. Bu nedenle albümün hitlerinden biri olarak kabul edilebilir.
Dördüncü single ise “What Did I Do? / God As My Witness”. Austin’de kaydedilen
parçaya son zamanların ünlü blues gitaristlerinden Gary Clark Jr. katkısıyla
çeşitlilik katıyor. Ancak iki kısma sahip şarkı, grubun ilk defa bu sularda
yüzmesinin sonucu olarak da çok da oturmamış bir yapıda ve aslında parça yüksek
enerjisine rağmen monotonlaşan bir yapıda gidiyor. İkici kısım tek başına ayrı
bir kayıt olsa daha tadında bir iş çıkabilirdi sanki.
Los Angeles, California’da
kaydedilen “Outside” ise çıkarıldığı yerin gerçekten de hakkını veriyor: Albümün belki de en başarılı işi olarak nitelendirilebilecek
parça, adeta “Wasting Light”tan fırlamış gibi. Grup, single’ları şarkı
listesine göre yayınladığı için 5. Single olarak da piyasaya sürülebilir.
Şarkı, özellikle gitarlarıyla ve sonundaki basları, progresif, klasik rock
ögeleriyle birlikte hiç beklenmedik şekilde dinleyiciyi avucunun içine alıyor. Grubun
önemli hitleri arasına da çok yakın sürede girecektir.
New Orleans parçası “In the Clear” ise kökenlerine ithafen Dixieland tarzına yani jazz’a yakın ya da
bölgeye ait Lousiana Blues’una daha yakın bir tarzda olsaymış daha etkileyici
bir iş çıkabilirmiş. Her ne kadar parçadaki üflemeli enstrümanlar bu müzik
türlerine gönderme olsa da tam anlamıyla yeterli olmamış. Bununla birlikte,
albümün çok akılda kalan eserlerinden biri de değil. Sonraki parça "Subterranean"
ile ise grup, Seattle’ı da boş geçmiyor. Death Cab for Cutie solisti Ben Gibbard’ın
vokalleriyle daha da zenginleşen bir şarkı olsa da Cutie’nin müzğindeki
naifliği bu kayıtta da hissetmek mümkün, aslında dinleyici için hiçbir sıkıntı
yok tabii ki, parça gayet başarılı; ancak Seattle’ın yani Grunge kültürünün ve
aynı zamanda Fighters’ın da kurulduğu bu şehir için insan ister istemez gruptan
daha sert, hatta esaslı bir grunge/ post-grunge parçası bekliyor.
Albümün son parçası ise New
York’tan: “I Am A River”. 7 dakikalık şarkı için öncelikle şu söylenebilir ki
bu tarz progresif yapılar Foo Fighters’ın kültürüne çok iyi uyum sağlıyor. Grubun
belki de bu kadar başarıdan sonra gitmesi gereken yol aslında bu. Parça
özellikle gitarlarıyla, vurucu nakaratıyla ve aynı zamanda düzenlemesiyle
albümün sonuna çok yakışmış. Sonlardaki yaylı enstrümanlar Butch Vig’in mi
yoksa grubun mu önerisi şimdilik bilinmez ama şarkının (ve dolayısıyla albümün)
çok etkileyici bitmesini sağladığı kesin. Özellikle de canlı performansının
merakla bekleneceği “Everlong”vari bir şarkı olmuş.
Sonuç olarak albümle ilgili hem
iyi hem kötü birçok şey söylemek mümkün: Önceki albüm ile haliyle kıyaslamalar
yapılacak ve ona göre yeterli bulunmadığı konusunda birçok kişi aynı fikirde
olacaktır; ancak gerek çok iyiniyetli bir TV dizisi amacında yapılması gerek
her parçanın ülkenin bambaşka şehirlerinde kaydedilmiş olması nedenleriyle ve önceki
albümlerle kıyasla değil ama kendi içinde bağımsız bir müzik eseri olarak
değerlendirildiğinde albüm, gerçekten ortalamanın çok üstünde bir eser.
Grohl’un yeni harikalarını şimdiden sabırsızlıkla bekliyor, HBO reytinglerinin
de yüksek olmasını diliyoruz.