Sosyalizm ve Kapitalizm Arasında Kalan Sıra Dışı Bir Ailenin Filmi
Good Bye Lenin! (2003)
Özetle film, sosyalist Doğu
Almanya’nın ödüllü eğitimcilerinden olan aşırı idealist bir annenin komaya
girmesinden 8 ay sonra, gözlerini değişen rejimin içinde açmasını ele alıyor. Filmin
odak noktası olan anneyi canlandıran alman aktris Katrin Saß, karakterinin
yaşadığı psikolojik değişimi gerçekten de acayip bir oyunculuk sergileyerek
yansıtmayı başarıyor. Oğlu Alex’e hayat veren ünlü oyuncu Daniel Brühl ise bu
başrolü öyle bir oynuyor ki bu rolün ardından bir süre sonra Hollywood’a yelken
açıyor (Bkz. Inglourious Basterds, Rush, Captain America: Civil War). Gerek
oyunculukları gerek de hızlı kamera teknikleri ve yönetmenliğiyle, dönem eserleri
sevenlerin mutlaka izlemesi gereken bir Avrupa filmi bu.
Trajikomik anlatımı
ve akıcı olay örgüsüyle filmin senaryosuna hayran kalmamak elde değil. Eser,
izleyicilere hem sosyalizm ve kapitalizm arasındaki renk farkını yansıtırken
hem de dağılmış ailesini elinden geldiğince toparlamaya çalışan genç bir adamın
hikayesini anlatıyor. Bu anlamda film, tek bir konsepte bağlı kalarak bunun
yanında irili ufaklı birçok hikayeyi de bizlere sunarak akıcı bir niteliğe
bürünüyor. Bütün bunlar yaşanırken arka fonda da sürekli olarak büyülü
parmaklara sahip Fransız müzisyen Yann Tiersen’in piyano ağırlıklı melodilerini
duyuyoruz. Özellikle, modern bir kült haline gelen Le fabuleux destin d'Amélie
Poulain (2001) filminin hayran bırakan müzikleriyle tanıdığımız Tiersen, burada
da aynı etkileyiciliği sürdürüyor. O film ile çok sevdiğimiz Comptine d'un autre été: L'après-midi, yine burada da karşımıza çıkıyor. Ayrıca bir de Summer 78 başta olmak üzere, Father and Mother ve Childhood (2) gibi muazzam işler de
akıllara adeta kazınıyor.
(Spoiler)
Hikaye işlenirken karakterlerin tavırlarının
kökenleri ise gerçekten de çok komple bir şekilde dolduruluyor. Örneğin, filmin
başını ele alalım: Baş karakterimiz Alex’in çocukluğuna tanık olduğumuz bu kısa
süreç bizlere aslında onun karakteri açısından çok detay veriyor. İzlediği
çizgi filme ve televizyonda gördüğü uzaya çıkan ilk Alman kozmonota özenen
Alex, hayal gücü yüksek kişiliğini buna borçlu. (Ayrıca, film ilerlediğinde
yeni rejimde bu kozmonotu bir taksi şoförü olarak izliyoruz). Alex, annesinin
küllerini ise yine küçükken özendiği roket görünümlü havai fişek sayesinde
dağıtıyor. Bu detayların yanında, Alex’in idealist annesine hiç benzememesi de yine
çocukluğuna bağlanıyor: Kapitalist babasının annesini bırakması ve annesinin de
psikolojisinin bozulmasından sonra rehabilitasyon ertesinde kendini -buna inat-
tamamen sosyalizme vermesi, Alex’in daha özgürlükçü ve annesinden uzak bir
kafada yetişmesini sağlıyor. Filmin sonunda ise annesinin büyük pişmanlığına
tanık oluyoruz: Gerçek hislerinden vazgeçip hayatını sadece bir ideolojiye adadığı için pişman.
Annenin doktorunun da uyarısıyla onu
hiç üzmemeleri gerektiğini anlayan Alex ve kız kardeşi ise komadan sonra
annelerine -binbir türlü oyun sayesinde- hala eski Doğu Almanya’da
yaşadıklarını inandırmaya çalışıyorlar. Filmin kara-komedi ögeleri ise haliyle hep
bu çerçevede işlenmiş. Özellikle, kapitalizmin popüler kültür ögeleri acayip
bir şekilde denk getiriliyor: Annenin doğum günündeki Coca-Cola reklamı
sahnesi, kızının Burger King’de çalışması, annenin ilk defa ayağa kalkıp
yürüdüğü sahnedeki IKEA reklamı ve Batı Almanya Futbol Takımı’nın 1990 Dünya
Kupası şampiyonu olması gibi birçok gönderme var.
Filmi tek bir an ile özetleyecek
olursak, o da yıkık Lenin heykelinin helikopter ile taşınma sahnesi olur
şüphesiz. Tek kelimeyle olağanüstü bir görsellik barındırıyor. Genel olarak ise
Good bye Lenin!, daha önce ifade ettiğimiz gibi, dönem filmi severlerin
kaçırmaması gereken bir iş. Hatta içinde bulunduğu birçok ayrıntı ve tatlı
senaryosuyla da tekrar tekrar izlenebilecek kalitede bir film. Sosyalizm ve
kapitalizm arasında kalan sıra dışı bir aile var karşımızda. İzleyin!
Kaynak: 1.