28 Ekim 2018








Nietzsche'nin Tanımlamasına Göre Üstinsan Kimdir?





“İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacaktır.”

19. yüzyılda yaşamış Alman filozof Friedrich Nietzsche, bu sözleri kaleme alırken aklında tek bir fikir vardı: Üstinsan olarak ifade edilen canlı formuna erişmek. Almanca orijinal ismiyle Übermensch olarak ifade edilen, bunun yanında Superman ya da Hyperhuman gibi isimler de verilen bu kavram, ilk olarak teolog ve yazar Heinrich Müller tarafından 17. yüzyılda kullanılmış. Kelimeye esas anlamını veren ve hatta tüm insanlığın amacının da buna ulaşmak olduğunu öne süren isim olan Nietzsche, en değerli eserlerinden biri olan Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also sprach Zarathustra) isimli kitabının da merkezinde bu düşünceyi işliyor.


Nietzsche’nin kendi deyimiyle "yazılmış en derin eser” olan bu kitap; Üstinsan kavramını, Bengi Dönüş ve "Tanrı Öldü" gibi yine bu filozofa özgü tezlerle bir araya getirerek sunuyor. Bunların yanında, eserlerinde Amor Fati, Güç İstenci ve Apollon ile Dionysos gibi kendine özgü birçok değerli varoluşsal fikrin de arkasında olan Nietzsche, belki de gerçekten en derin düşüncelerini Üstinsan ile sunuyor. Kavramı “basit” haliyle özetlemek gerekirse; çizgi roman ve filmlerinden tanıdığımız Superman, nasıl fiziksel olarak diğer insanlardan üstün ise Übermensch de psikolojik olarak diğer insanlardan üstün olana verilen isim.

Biraz daha derine inmek gerekirse Nietzsche, “İyinin ve kötünün yaratıcısı olmak isteyen, ilk önce bir yok edici olmalıdır ve değerleri paramparça etmelidir.” diyor. Ona göre söz konusu değerler, toplumsal ve bireysel anlamda kişiyi oluşturan düşüncelerdir. Buna paralel olarak ahlak da Üstinsan’ın kendi başına yaratıp kendi içinde değer biçtiği bir yargıdır. Kısaca o, kendi ahlak düzenini yaşar. Bununla birlikte, Tanrı’nın öldüğünün de farkında olduğu için insan olmanın sadece Üstinsan’lığa giden bir köprü olduğunu özümsemiştir. "Tanrı Öldü" dedikten sonra yaşamı bir amaçsızlığa bağlayan Alman filozof, kişinin bu ahlaki ve varoluşsal “nihilist” boşluklardan yine sadece kendisinin çıkabileceğini söyler.


Nihilizm ile yüzleşen insan, kendi değerlerini yaratarak ve gelişerek iyinin ve kötünün de ötesine geçmiş oluyor. Böylelikle insan, kendisinin efendisi olup kendi yasalarını kendisi koymalıdır. Üstinsan’ı da yaratırken herhangi birinden ya da Tanrı’dan yararlanamaz. Ona göre insan evriminin sonraki aşaması olan Üstinsan, kendi kendini yaratırken, acı çekmeyi de benimsemiş bir karakterdedir. Böylece, Amor Fati olarak ifade edilen kaderi sevme anlayışında da acının, iyi olmanın gerekli bir parçası olduğu kabul edilir. Nietzsche’ye göre bu acıların en büyük sebebi, insanın halihazırda tamamlanmamış bir varlık olmasıdır. İnsan, yanılgılarından ve “batış yeteneğinden” kurtulup kendini aşarak Üstinsan olabilir.


Üstinsan’ın kendi kendini geliştirmesinin dışında, diğer karakter özelliklerini de filozofun fikirleri doğrultusunda dile getirebiliriz: Anlaşılmaları zor ve çoğu zaman yalnız olan bu türdekiler, yeri geldiğinde alçakgönüllü de olmayabilirler. Bunun yanında, zayıf insanlara karşı naziktirler; çünkü kendi üstün güçlerinin farkındadırlar. Özellikle, Böyle Buyurdu Zerdüşt eserinde verilen pazaryeri örneğinde olduğu gibi de oldukça sert ve kararlılardır. Bütün bu karakter özelliklere ek olarak, bir de Nietzsche’nin toplumsal “eşitlik” kavramına da karşı çıkmasıyla birlikte, filozofun bu düşünceleriyle İkinci Dünya Savaşı dönemi Nazi Partisi’ni etkilediği iddia edilir.

 Halbuki Nietzsche’nin fikirlerinde üstün ırkı ya da herhangi bir topluluğu kasteden bir dayanak yoktu. Aslında filozof, eşitlik kavramına karşı çıkıp insanın gerçek doğasına yani Güç İstenci’ne haiz olduğunu belirtse bile, Hitler gibi bir diktatörün de ipleri ele almasını istediğini kesinlikle belirtmemişti. Söz konusu olan insanın kendi içindeki mücadelesiydi.



Ancak, filozofun ölümünden önceki hastalığında ona bakan kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, ünlü bir Alman milliyetçisi ve antisemitist olan Bernhard Förster’in eşiydi. Ölümünden sonra ise onun yayımlanmamış yazılarını, kocasının antisemitist fikirlerine uyarlayarak yayımladı. Hatta bu karı-koca, Nazi Partisi ile o kadar yakınlardı ki Hitler, daha sonra Elisabeth’in 1935 yılındaki cenazesine bile gelmiş ve Nietzsche Müzesi’ni de gezmişti. Friedrich Nietzsche, her ne kadar üslubunda sert ve yoruma açık bir dil kullansa bile esas niyeti elbette açıktı: Daha sonra durum aydınlatıldı ki niyetinin bu ırkçılık konusuyla -ne mutlu ki- alakasız olduğu ortaya çıktı!

“Yukarı mı çıkmak istiyorsunuz, kendi bacaklarınızı kullanın! Kendinizi yukarı taşıtmayın, başkalarının sırtına ve kafasına oturmayın. Ata biniyorsun, öyle mi? Şimdi de süratle hedefine at koşturuyorsun, öyle mi? Pekâlâ, dostum! Ama kötürüm ayağın da oturuyor atın sırtında! Hedefine vardığında, atından aşağıya adadığında; tam da kendi doruğunda, sen daha yüce insan – sendeleyeceksin.”
-Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883)

Kaynak: 1, 2







Che Guevara, Devrimci Kimliğinin Yanında Nasıl Bir Sanat İkonuna Dönüştü?






"¡Hasta la victoria, siempre!"

      
      Dünya tarihinin gördüğü en büyük devrimcilerden olan Che Guevara’nın Küba’daki Santa Clara şehrindeki anıtında yazan bu söz, “Zafere kadar, daima!” anlamı taşıyor. 1928’de Arjantin’de doğmuş bu gerilla lideri doktorun birçok önemli aforizmasından biri olmasıyla da sonsuza kadar yaşayacak bir kelimeler bütünü.
Guevara, tıp eğitimi alırken motosikletiyle baştan aşağıya dolaştığı Latin Amerika’daki insanların yaşam koşullarının yetersizliğinden etkilenip kendisini Marksist-Leninist bir komünist ideolojiye adamaya karara verir (Bkz. O yılları odağına alan film: Diarios de motocicleta). Bu doğrultuda, daha sonra Küba’da devrim yapacak olan Fidel Castro’nun 26 Temmuz Harekatı’na katılır ve böylelikle zamanla da ölümsüzleşecek bir tarihi figüre dönüşür.


1967’de henüz 39 yaşındayken Bolivya’da infaz edilmeden önce, ilk başta Küba halkınınki olmak üzere bütün dünyadaki bu ideolojiye olan bakış açısını adeta değiştiren Guevara, tarihin gördüğü en büyük ikonlardan biri. Hakkında yapılmış animasyon bir TED videosunda da devrimin iki farklı penceresinden bakıldığı üzere oldukça tartışmalı yaptırımlara da sahip olmuş bu lider; özetle Küba halkına huzur, refah ve eğitim getiren isimlerden biri oldu.

Sonucunda ise History Channel’ın kendisi hakkında yaptığı “Kurumlaşma karşıtlığı ve değişimin sembolü oldu” benzetmesi, gerçekten de Guevara’nın başarısının aslında ne denli global bir boyutta olduğunu en basit şekilde ifade ediyor. Ölümünden sonra, bu sembolizmin sanat alanında da kendini göstermesiyle birlikte, Guevara artık en üst düzeyde komünizmin, direnişin ve değişimin -belki de- yegane simgesi haline geldi.


Kübalı fotoğrafçı Alberto Korda, La Coubre patlaması anısına yapılan cenaze töreninde, objektiflerine Che’yi almasıyla birlikte, aslında sadece basit bir fotoğraf karesinden çok daha ötesinde bir sembole hayat verdiğinin farkında değildi. Kodak Plus-X filmiyle deklanşöre basan Korda’nın bu filminde Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir gibi önemli kişiliklerin de kareleri vardı. Böylece, Küba gazeteleri için o zamanlar -haliyle- daha büyük bir önem arz eden bu iki ismin fotoğrafları yayımlandı.

Che’nin Bolivya Günlüğü’nün yayın haklarını alan İtalyan Giangiacomo Feltrinelli, söz konusu fotoğrafı poster halinde basarak ona bir nevi ilk “patlamasını” yaşattı: Devrimci liderin, fikirleri kadar dış görünüşünün de etkileyici bir kararlılıkta olmasıyla birlikte görsel anlamda da büyük çapta bir etki yaratan Guerrillero Heroico (kahraman savaşçı) isimli poz, dünyaca tanınır hale geldi.


Ardından, pozun tam anlamıyla ikonlaşması ise İrlandalı sanatçı Jim Fitzpatrick’in bu poza renk katıp onu modernleştirmesiyle oldu. Aynı zamanda Sinéad O'Connor ve Thin Lizzy gibi birçok ünlü İrlandalı müzisyenin albüm kapaklarını da dizayn eden Fitzpatrick, Alberto Korda’nın fotoğrafına kendi dokunuşunu katarak ortaya oldukça estetik bir eser çıkardı. Daha sonra ise bu sanat eserinin telif hakkını ilk başta bedava yaptı: Bunu yapmasının amacı ise görselin sadece devrim mesajları amacıyla kullanılacağını düşünmesiydi. Ancak, daha sonra görselin ifade ettikleri giderek daha büyük anlam kazanınca, bu eseri neredeyse her yerde görmeye başladık: Çoğunlukla tişörtlerde olmak üzere, kahve fincanları, şemsiyeler, kartpostallar, hatta bikiniler üstünde, üstelik Smirnoff’un öncülüğüyle alkol şişelerinde ve hatta sigara paketlerinde bile bu eser kullanıldı.


Che, artık devrimci kimliğinin yanında bir sanat ikonuydu. Bununla birlikte Fitzpatrick, Al Jazeera röportajında değindiği üzere, aslında görselin kullanımından rahatsız değil; yalnızca bu eserin alkol ile sigara gibi ürünlerle aşırı ticarileşmesi ve haklı olarak da "komünist bir liderin adeta kapitalist bir düzene araç edilmemesi" gerektiğini ifade ediyor. Hatta, Michael J. Casey isimli yazar da sırf bu konu üzerine Che's Afterlife: The Legacy of an Image isimli eserini kaleme almıştı.


Bunların dışında, bu ikonik liderin görselinin etkilerine bir de Küba’nın başkenti Havana’daki Plaza de la Revolución’da rastlıyoruz: Turistlerin en fazla uğradığı noktalardan biri olan bu yer, Che Guevara’nın çelikten yapılmış etkileyici bir duvar anıtına sahip.



Guevara’nın sanata olan etkisi hakkında konuşuyorsak, ikonik fotoğrafının ve görsellerinin yanında ayrıca müzikten de mutlaka bahsetmemiz gerekir:

“Aquí se queda la clara, la entrañable transparencia, de tu querida presencia, Comandante Che Guevara.” nakaratına sahip olan ve İngilizceye “Here lies the clear, dear transparency, of your beloved presence, Commander Che Guevara” olarak çevirilen Hasta Siempre, Comandante isimli efsane parça, Küba denildiğinde akıllara gelen ilk şarkılardan biri.


Orijinali Kübalı müzisyen Carlos Puebla’ya ait olan eser, Che’nin Küba Devrimi’ni başarıyla gerçekleştirdikten sonra Kongo ve Bolivya’ya gitmesinden önceki veda mektubuna bir cevap olarak yazılmış. Bunun yanında şarkı, 200’ün üzerinde versiyona sahip olacak kadar benimsenip cover’lanmış bir klasik. Nathalie Cardone, Los Calchakis ve (resmi olmasa da) Buena Vista Social Club versiyonu da parçayı adeta klasikleştiren yorumlar.

Böylelikle, Che Guevara’nın hem Küba’ya hem de dünyaya sanat anlamındaki etkisini de kısmen incelediğimizde görebiliriz ki kendisi bir liderden bile çok daha fazlası; çünkü o, tam anlamıyla bir ikon!

           
Kaynak: 1, 2, 3.