15 Mart 2015






Yine Yüksekten Uçan Bir Tanrı

Noel Gallagher’s High Flying Birds- "Chasing Yesterday"

8/10








Müzik tarihinin en büyük rock gruplarından Oasis, 2009 yılının ağustos ayında ani bir kararla dağılınca, grubun kurucu kardeşleri Liam ve Noel Gallagher'ın yolları da böylelikle ayrılmış oldu. Liam, aynı yıl kurduğu gruba “Beady Eye” gibi Lennon saplantısını adeta resmileştirecek bir ad bulmuş ve Oasis'teki arkadaşlarıyla yola devam etmiş, 2 yıl sonra da “Different Gear, Still Speeding“ adlı albümü yayınlamıştı. Beklentilerin altında kalan bu ilk albümün sonrasında ise "BE" albümüyle nispeten daha başarılı bir kayıt yayımlayan grup, 2014'ün ekim ayında Liam'ın Twitter'dan açıklamasıyla dağıldığını duyurdu. Bu gelişmelere rağmen diğer tarafta ise bambaşka bir görüntü vardı: Noel Gallagher da grubu dağıttıktan sonra bir solo albüm hazırlığı sürecine girdi ve 2011 yılında çoğunu önceden biriktirmiş olduğu 10 şarkıyla müzik dünyasına geri dönüş yaptı. Tek başına olmaktansa canlı performanslarında ona eşlik edecek müzisyenleri de resmi anlamda projeye katarak "Noel Gallagher’s High Flying Birds" grup adıyla kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Grupla aynı adı taşıyan albüm de piyasaya sürüldüğü andan itibaren inanılmaz bir başarı yakaladı (İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Daily Telegraph'ın albüme 5/5 yıldız vermesi, dünyaca ünlü Rolling Stone dergisinin okuyucuları tarafından albümün yılın en iyi albümleri listesinde 9 numarada kendi yer bulması gibi) ve tabii bu albümdeki parçalar da en az eski Oasis hitleri kadar benimsendi. İki tarafın arasında bu kadar net bir farkın olacağı ise, daha Oasis zamanlarından bile belliydi desek yanlış olmaz: O dönemde de grubun neredeyse bütün parçalarının söz ve müziklerinin yazarı büyük kardeş Noel Gallagher'dı. Grup, aslında High Flying Birds gibi onun solo projesi gibiydi; ancak tabii vokallerin çoğunda o karakteristik sesiyle Liam'ın olması, imaj olarak onu biraz daha arka plana atıyordu. Yine de bu birlikteliğin sayesinde yeni bir "John & Paul" görüntüsü çizen kardeşler, Liam'ın Oasis'i Oasis yapan harika vokalleri ve  Noel'in şarkı yazarlığının adeta dahilik derecesinde olması (NME dergisi de 2012 yılında “Godlike Genius” Ödülü ile Noel’i bu alanda fazlasıyla onore etmişti) ile birlikte birçok kesim tarafından resmen yeni Beatles olarak lanse edilmişlerdi. Grup dağıldıktan sonra da bu nedenlerle Noel'in işlerinin yolunda gideceği belliydi.




Noel, ilk albüm sonrasında "Amorphous Androgynous (The Future Sound of London)" isimli elektronik müzik grubuyla kayıtlar yapmaya başladı ve bu kayıtların sonucunda da ikinci albümünü onlarla birlikte hazırlamaya karar verdi. Bu süreçte Noel, özellikle NME Dergisi'ne verdiği röportajlarda albüm çalışmalarının istediği gibi gittiğini ve Oasis dönemine göre çok farklı tatlarda parçaların ortaya çıkacağını açıkladı. Hatta şarkıların Pink Floyd'un "Dark Side of the Moon"u tarzında olduğunu ve psychedelic türüne daha yakın işler yapacağının sinyallerini verdi. Noel, bu sırada da "Songs from the Great White North..." isimli 3 parça ve bir remix'ten oluşan EP'yi çıkardı. Bu gelişmelere rağmen daha sonra yaptığı açıklamalarda ise ikinci albümden çıkan parçaların gayet iyi olduğunu ancak bunları yayımlamaktan vazgeçtiğini söyledi. Bunun sonrasında ise "High Flying Birds"in ikinci albümünü çıkaracağını söyleyen sanatçı, efsanevi "Abbey Road" ile "Strangeways" Stüdyolarına kapandı, 2015'in şubatında ise ikinci solo albümü "Chasing Yesterday"i müzikseverlere sundu.




Albümde ise yine resmen "boş yok", parçaların hepsi birbirinden özenle işlenmiş, sanatçı yine harika eserler sunmuş: "In the Heat of the Moment", albümden çıkan ilk single olurken, Noel'in şarkıda "Nana nana naaa" diye çılgınlarca bağırması ise yeni albümün resmen ilk şaşırtıcı sürprizi oldu. Sırf bu nedenle parça, ilk dinleyişte akıllara kazınıyor. "Spin" dergisi de şarkının tarzını "Definitely Maybe" dönemine benzetmiş,  gerçekten de klasik bir "Noel Gallagher tarzı vurucu nakarat"la da gayet eğlenceli bir çıkış şarkısı olmuş. Şarkının arka yüzündeki "Do the Damage" ise kliplenen ikinci parça oldu. Klip için pozitif yorum yapmak zor ama şarkı gayet başarılı. İkinci single olarak ise, The Smiths'in efsane gitaristi Johnny Marr katkılı "Ballad of the Mighty I" yayımlandı. Albümün son parçası olan şarkı gerçekten de Noel'in bir röportajında dile getirdiği gibi "Marr sayesinde en iyi şarkılarımdan birini yazdım." sözünün hakkını veriyor ve "If I gotta be the man who walks the earth, I'll find you" nakaratını da kısmen anlatan ilginç klibiyle de dinleyeni hemen kendisine bağlıyor. Gallagher her zamanki şarkı yazarlığını konuşturmuş. Marr ise özellikle parçanın solosu ve sonundaki gitarlarıyla üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. İnsanın parçayı tekrar tekrar dinleyesi geliyor.




Albümün açılışını yapan ağırbaşlı hit "Riverman", özellikle çok başarılı düzenlemesi ve soloları ile hemen dikkat çekiyor. Gerçekten de şarkı, Gallagher'in yazdığı en olgun parçalardan biri. Bu anlamda tarz olarak "The Masterplan"ı andırıyor.  Bu arada sanatçı, röportajlarında kendisinin de albümdeki favori parçasının bu olduğunu ifade ediyor. Albüm öyle bir parça ile açılıyor ki ondan sonraki bütün parçalar adeta akıp gidiyor. Üstelik art arda gelen üç parça var ki adeta Oasis dönemine, o albümlere aitler: "The Girl with X-Ray Eyes", vurucu Noel baladı nakaratıyla hemen kendini sevdirirken ardından gelen enerjik parça "Lock All the Doors"da ise resmen "Morning Glory"i ya da "Rock n Roll Star"ı dinliyormuş gibi oluyorsunuz. Hemen ertesinde gelen "The Dying of the Light" ise yine tipik bir Noel baladı. Hatta "Don't Look Back in Anger" etkisine yaklaşıyor denilebilir. Ardından gelen "The Right Stuff" ise "Amorphous Androgynous" ile yapılan çalışmalardan biri. Progresif yapı, Noel'in brit-pop tarzı ile birleşince ortaya cidden çok başarılı bir iş çıkmış. Kadın sesli geri vokaller, jazz-vari enstrüman seçimleri ve gitar soloları da parçaya ayrı bir derinlik katmış. Sonrasında gelen "While the Song Remains Same", albüm adı "Chasing Yesterday"i de içeren gayet başarılı başka bir Noel parçası. Bu albüm adıyla da Noel, büyük ihtimalle eski Oasis dönemini kendisinin hala devam ettirdiğini ifade ediyor. Bir sonraki parça "The Mexican"da ise bir klasik rock riff'i üzerinden yürüyen Gallagher, albüme son anda koyduğu bu parçayı, tempoyu artırdığı finaliyle dinleyiciye iyi ki bu şarkıyı eklemişsin dedirtiyor. Yüksek tempolu "You Know We Can't Go Back" ile de müzisyen büyük ihtimalle önceki eşi ya da ilişkilerine bir mesaj gönderiyor. Albümün "deluxe" versiyonunda ise "Revolution Song" ile sanatçının çok önceden konserlerinde çalmaya başladığı parça "Freaky Teeth" de bulunuyor.



İlk albüm gibi genellikle pozitif eleştiriler alan "Chasing Yesterday"in yılın rock albümlerinden biri olacağı kesin. Parçaların kalitesi ve düzenlemelerin de neredeyse kusursuzluğu dinleyiciyi mutlu edebilir; ancak  "Beady Eye"ın da dağılmasıyla Noel Gallagher'dan beklentiler cidden çok yükseldi. Bunun sonucunda da Gallagher, ilk albümün altında kalmamış olmasına rağmen bu albümde çıtayı daha da yükseltebilirdi. Gerçi zaten bundan daha da yukarısı artık "klasik bir albüm" olarak nitelendirilir. O yüzden istenilen çok da kolay değil; yine de daha önce bunu Oasis ile birçok defa başarmış olan müzisyen, kariyerinin artık olgunluk döneminde yine bunu başarabilir. Bir sonraki albümü şimdiden sabırsızlıkla bekliyoruz -başta Maradona'nın, İngiliz basınının ve tabii dünyadaki tüm hayranlarının da ona hitabıyla-  Noel "The God" Gallagher!







9 Mart 2015







Endüstriyel Blues İmparatoru

Marilyn Manson- "The Pale Emperor"


8/10





           Katolik bir ailenin tek oğlu olup hayatının 10 yılını dini okulda geçiren Brian Warner, biri aktris biri de seri katil olmak üzere birbirinden haliyle çok farklı olan iki ikonun ismini birleştirerek sahne adını "Marilyn Manson" koydu ve geçmişinin tam tersi yönünde (makyajlı, sıradışı tarzı ve kilise karşıtı şarkılarıyla) müzik hayatına başladı. Bu tarihi olayın üzerinden 26 yıl geçmiş olmasına rağmen aykırı imajından hiçbir şey kaybetmeden Manson, bugün hala tabuları yıkmaya, müziğini kendine özgü bir şekilde yapmaya devam ediyor. Zaten sırf bu nedenle adamın hayatı başlı başına roman / film konusu. İleride biyografik bir sanat eseri olarak karşımıza çıkabilme olasılığı yüksek. Bunun dışında aslında kendisi bir solo sanatçı değil ama tabii grubunun ismini de Marilyn Manson koyduğu için doğal olarak birçok kesim tarafından öyle algılanıyor: An itibariyle kadrosunda Manson önderliğinde Twiggy Ramirez, Gil Sharone ve Tyler Bates'i de bulunduran grup, endüstriyel rock-alternatif metal arasında müzikler yapıyor. Endüstriyel akımın sebebi ise muhtemelen akımın öncüsü Nine Inch Nails'in her şeyi olan Trent Reznor'un grubu keşfeden kişi olması. Kendi plak şirketinde ve konserlerinde gruba destek veren Reznor, ister istemez de Manson'ı etkiledi tabii ki; şimdiki ilişkileri pek parlak gözükmese de bir dönem cidden Manson'a en çok ilham veren insanların başında gelir. Bunun yanında şeytan, korku, sadizm, gotik akım gibi karanlık unsurlar da muhtemelen diğer ilham aldığı ögeler olarak sayılabilir. Ayrıca Evan Rachel Wood ve Rose McGowan gibi birçok "güzel" kadınla evli kalmasına yani karşı cinse ilgi duymasına rağmen fazlasıyla "kadınsı" bir imajı da müziğinden hiç ayırmamıştır. Çıkardıkları 8 albümde Marilyn Manson, birçok başarı elde ederken "Tainted Love", "The Beautiful People", "This Is the New Shit" ve daha birçok başarılı şarkının yanı sıra  "Personal Jesus" ve özellikle "Sweet Dreams" gibi cover'lar ile de grup akıllara kazındı. Manson'un marjinal imajı da aslında bu başarının sebeplerinin önemli bir parçası.




         Şimdilerde ise her zamanki imajının biraz daha normalleştirilmiş bir haliyle, grubuyla birlikte 9. albümleri "The Pale Emperor"ı piyasaya süren Manson, son iki albümündeki düşüşe  rağmen şaşırtıcı bir şekilde bombayı bu albümle patlatmayı başarıyor. Belki de artık yaşının 46'ya gelmesinden de kaynaklanan bir durum olabilir; ancak mesela son yılların en önemli TV dizilerinden "Sons of Anarchy"de en doğal haliyle kameraların karşısına geçmesi gibi kendince "sade" görüntüsü ve tabii ki artık çoğu müzisyenin bir şekilde görünüşleriyle sansasyonel olması gibi Manson'un imajını normalleştiren durumlar onun eski popülaritesine erişmesini haliyle engelliyor. Son albümleriyle bekleneni verememesi de başlı başına bir engel elbette. Ancak, Marilyn Manson yine en güzel cevabı kendisi veriyor ve 2014'ün sonbaharında öncelikle ilk single "Third Day of a Seven Day Binge" ile kaldığı yerden devam ettiğini herkese hatırlatıyor. Hemen ardından yayımladığı "Deep Six" de en başarılı Manson single'larından biri oluyor ve buram buram da blues-rock kokan parçaların devamında yine sonbaharda vizyona giren, bütçesinin de 4 katı bir hasılat yaparak çok ses getiren Keanu Reeves'li "John Wick" filminde de "Killing Strangers" isimli başka bir blues-rock esintili parçasını izleyiciye şarkı daha çıkmadan bolca dinletiyor. Şarkı, özellikle ritmik temposu ve şarkı sözlerinin vuruculuğuyla oldukça dikkat çekiyor. 





             Albüm, 15 ocakta çıktıktan sonra ise liste rakamlarıyla 2007 çıkışlı "Eat Me, Drink Me"nin başarısını geride bırakmayı başarıyor. Manson, böyle bir albüm ile yeniden yükselebilme başarısı gösterirken hala üretkenliğini kaybetmediğini ve sadece eski hitlerinin ekmeğini yemeye henüz niyeti olmadığını bu yaşında da bizlere gösteriyor. Ayrıca "John Wick"in de müziklerinden sorumlu Tyler Bates'in de albümün kalitesindeki olgunlukta payı çok büyük. Aslında zamanının çoğunu filmlere (Guardians of the Galaxy, Watchmen, 300 Spartalı) ve oyunlara (God of War: Ascension) müzik hazırlayarak geçiren grubun yeni üyelerinden Bates, albümdeki şarkıları Manson ile birlikte yazdı, enstrümanların çoğunu çaldı ve hatta prodüktörlüğünü de Manson ile birlikte yaptı. Bu nedenle albüm solo gibi değil de gerçek anlamda bir "Marilyn Manson Grubu" tarafından kaydedildi.





            Albümün ilk yayımlanan üç parçasıyla birlikte ön plana çıkan şarkılarında ise öncelikle "The Mephistopheles of Los Angeles" dikkat çekiyor. Akıllara kazınan nakaratı ve "Fated, Faithful, Fatal" kelimelerinin vuruculuğu ile (ki albümün deluxe halinde şarkının akustik versiyonunun ismi de bu) albümün en iyi ilerinden biri oluveriyor. Bunun yanında yine aynı formül ile "The Devil Beneath My Feet" ve üçüncü single "Cupid Carries a Gun" da hemen ilk dinleyişte akılda kalan parçalar olsalar da 10 şarkılık albümde gerçekten de hiç boş şarkı çıkmıyor. Genişletilmiş "deluxe" versiyonunda da üç parçanın akustik halleriyle bu dopdolu albümün kapanışı yapılıyor. Aslında albüm hakkında nadir söylenebilecek olumsuzluklardan en fazla göze batanı ise parçaların çoğunun aynı yapıya sahip, birbiriyle benzer eserler olmaları. Özellikle enstrüman tercihlerinde ve hatta tempo seçimlerinde bile ikiliden çok daha çeşitli işler çıkabilirmiş. "The Pale Emperor", kendini baştan sona dinlettiren bir albüm olsa da parçaların tarzının sürekli birbirlerini tekrarlaması ne yazık ki çok göze batıyor. Ancak gitarların blues katkılı çalınmasına alıştığımız bu dönemlerde Marilyn Manson'un da kendi müziğine bunu uyarlaması ve kendisinden beklenen, alışık olunan tarzını da korumasıyla birlikte ortaya çıkan şarkıların dinleyiciyi anında yakalayabilmesi albümün ciddi bir başarıya ulaştığının göstergesi.