10 Mart 2014

Jake Bugg- "Shangri La"


Genç Yaşta Gelen Başarı(sızlık)

Jake Bugg- "Shangri La"

6,5/10



Singer-songwriter geleneğinin son temsilcilerinden biri olmak için kaç yaşında olduğunuzun bir önemi yoktur. Önemli olan elinize bir enstrüman alıp içinizdekileri bir müzik eserine dönüştürebilmektir. İşte 1994 yılında Nottingham’da doğan Jake Kennedy -ya da Bob Dylan ve David Bowie gibi soy ismini değiştirerek müzik dünyasına adım atmış kimliğiyle- Jake Bugg, bu geleneğin indie-folk genelinde şimdiden günümüzdeki en başarılı temsilcilerinden biri haline geldi. İngiltere çıkışlı olması, ses rengi, müzik tarzı ve duruşu nedeniyle de Alex Turner, Miles Kane ve Noel Gallagher’ın adeta bir karışımı olarak görülüyor genç şarkıcı. Tabii ki Bob Dylan, Johnny Cash, The Beatles gibi ilhamlar da açık bir şekilde müziğinde hissedilebiliyor. Hatta birçok müzik eleştirmeni tarafından “İngiliz Bob Dylan” olarak gösteriliyor.




Kendi adını taşıyan debut albümünü 2012 yılında yayınlayan sanatçı, başta İngiltere olmak üzere birçok ülkenin listelerinde beklenmedik bir başarı gösterdi, bunun sonucunda da albümden art arda singlelar çıkarıp piyasadaki yerini sağlamlaştırmaya başladı. Özellikle ona bu çıkışı sağlayan, retro yapısıyla bizi eskilere götüren “Lightning Bolt”, akılda kalıcı nakaratıyla parlayan hit “Two Fingers”, oldukça içten bir ruh haliyle yazılmış “Seen It All” ve açıkça ifade ettiği duygusallığı ile “Broken”, bu ilk albümden dikkat çeken singlelardı. Albümün gizli hiti akustik “Someone Told Me” ise Bugg’ın naifliğini ve bu genç yaşının da farkındalığını ifade eden özel bir parçaydı.

İlk albümün başarısından sonra hemen ertesi yıl piyasaya sürdüğü ikinci LP “Shangri La” da Jake Bugg’ın genç yaşta yakaladığı bu başarının devamı olarak görülebilir; ancak bu, albümün ilkinin gerisinde kaldığı gerçeğini maalesef değiştirmiyor. İlk albüm, çoğunlukla daha basit prodüksiyonlarla üretilmiş ve oldukça basit yapıda, akılda kalıcı şarkılardan oluşmaktaydı; bununla birlikte ise birçok müzikseverin özlemiş olduğu bu yalın müzikal yapı, ikinci albümde genelde hissedilememekte. Bütün bu eksikliğe rağmen albümün yine de gayet sağlam bir müzikalitede, ilkinin devamı niteliğinde bir eser olduğu söylenebilir. Özellikle şarkı kayıtlarının kalitesi doğal olarak ilk albümden çok daha başarılı: Bütün parçaların düzenlemeleri ve kayıtları, bu albüme adını da veren, ünlü prodüktör Rick Rubin’in Malibu’daki stüdyosunda yapıldı.




“Shangri La” nın akılda kalan parçalarından bahsedilecek olursak ilk olarak, birinci single olarak yayınlanan ve ilk albümde de hiç karşılaşmadığımız Monkeys tarzı post-punk soundlu “What Doesn’t Kill You” nun gerçekten dikkat çektiği söylenebilir. Bir başka klasik ama güzel bir Bugg şarkısı “Me and You” ve albümün parçaların son sıralarında saklı kalmış, naif blues gitarlarıyla albümde adeta fark yaratan “Simple Pleasures” da ön plana çıkan parçalar arasında sayılabilir.


Gayet sade ve kısa bir müzik klibine sahip ilk klibin aksine ikinci single “Slumville Sunrise”, Bugg’dan hiç beklenmeyen oldukça “eğlenceli” videosuyla ve vurucu nakaratıyla akıllarda kalmayı başarıyor. Bu eğlenceli klipte bile sakin ve yaşına göre olgun yapısını rahatlıkla korusa da son bir yılda gelen ün ile sanatçının hayatı tabii ki tamamen değişti, doğal olarak daha da renklileşti, hatta bir süre ünlü manken Cara Delevingne ile bile birlikte oldu. Gerçek anlamda bir modern rock yıldızı olma konusunda emin adımlarla ilerliyor denilebilir. Şu anda da üçüncü albüm çalışmaları içinde Jake Bugg. Ancak her yıl birer albüm çıkarmasındansa kendine zaman ayırıp, müziğine iyice yoğunlaşıp şarkılarını kaydetmesiyle birlikte çok daha başarılı olacak bir genç müzisyen görüntüsü çiziyor sanatçı. Bu nedenle onun bu genç yaşında, böyle harika bir ilk albüm sonrası çok fazla beklenti olmasına rağmen yine de fena olmayan bir kayıt çıkarması geleceğine umutla bakılmasını sağlıyor.

6 Mart 2014



Beklentileri Karşılayan Bir Dönüş

Kings of Leon- "Mechanical Bull"

7,5/10




Tennessee’li Followill kardeşler ve kuzenleri, 1999’dan beri müzik yapmalarına rağmen uzun yıllar piyasada çok fazla ön planda olamamış, kendi hallerinde takılan, southern rock ve blues esintileri taşıyan ortalama bir indie grup görüntüsündeydi. Ancak 2008’de çıkardıkları dördüncü albümleri “Only by the Night” ile resmen bir anda ortalığı kasıp kavurdular. Albümün ilk iki single’ı “Sex on Fire” ve “Use Somebody” sadece ABD’de değil, dünya çapında birer modern rock hiti oldular, bu parçalar sayesinde grup ününe ün kattı ve çok daha ciddi festivallerde, projelerde yer almaya başladı, ayrıca sayısız ödül kazandı: Özellikle sadece “Use Somebody”, 52. Grammy Ödülleri’nde “yılın kaydı” da dahil olmak üzere 3 ödülün sahibi oldu.




“Only by the Night”ın kitlesel başarısından iki yıl sonra grup, 5. albüm “Come Around Sundown”ı piyasaya sürdü. Albüm, genel olarak piyasadaki ortalamanın yine çok üstünde bir rock albümüydü; ancak o kadar başarılı bir 4. albüm yapmışlardı ki sonrasında gelen bu kayıt, haliyle büyük olan beklentileri maalesef karşılayamadı. Akılda ise sadece “Pyro” ve “Radioactive” gibi kaliteli Kings of Leon singleları kalabildi.

           Followiller, bu hayal kırıklığını lehlerine çok akıllı bir şekilde çevirip kayıt süreçlerine 3 yıllık bir ara verdikten sonra, tam olarak hazır bir şekilde, 6. albümleri “Mechanical Bull”u müzikseverlerin beğenisine sundu. Çoğunlukla konser turneleri ve festivallerle meşgul oldukları, ara verdikleri bu dönem, grubun müzikalitesine gayet olumlu bir şekilde yansımış olacak ki bu sefer onlardan beklentileri karşılayabilen bir albüm ortaya çıkmış. Özellikle parçaların besteleri ve düzenlemeleri, önceki albümlerine göre oldukça kaliteli olmuş, bilinçli şekilde yapılmış. Bu kıyaslamaya örnek olarak “Only by the Night”ta bile fazlasıyla hissedilebilen o gereksiz orta tempo şarkıların -vokalin sesinin ve davulun ağır ağır ilerlediği bir yapının- Kings of Leon’un müzik anlayışıyla çok da fazla örtüşmediği gösterilebilir. Ki bunun sonucunda da, yani belli bir tempoda olan parçaların fazlalığı da bu albümün kalitesini oldukça artırıyor. Tabii ki grup sadece bu tarz şarkılara imza atmamalı; ama özellikle bu albüm gibi düzenlemelerin ve enstrüman kayıtlarının temiz yapıldığı tempolu parçalardan oluşan albümler yapmak, (Mesela The Black Keys’in son iki albümü) grubun başarılarını rahatlıkla artırabilir.


“Mechanical Bull”daki bütün parçalar kendi içlerinde ayrı bir hikaye, art arda birçok kez sıkılmadan dinlenilebilecek ortalama üstü bir albümü oluşturuyor. Yine de bu parçaların içinden de ayrı bir şekilde ilk dinlenişte dikkat çeken eserler var: Aynı zamanda albümün singleları olarak da piyasaya sürülenler; albümün de ilk şarkısı, sözleriyle dikkat çeken melodik yapılı hit “Supersoaker”, defalarca kendini dinletebilecek naiflikte olan “Wait for Me” ve yine kaliteli bir parça olan 3. single “Temple” başı çekiyorlar.


Birbirinden çok fazla ayrı ayrı incelenemeyecek nitelikte şarkılara sahip bu albüm. Gerçi tabii kimilerine fazla monoton da gelebilir bir nitelik bu. Ancak grubun, bu parçaların arasında olmayı fazlasıyla hak eden, en azından bonus şarkılarda yer alsaydı ya da belki de albüm keşke onunla bitirilseydi dedirten duygusal bir akustik balladları var: “Last Mile Home- Acoustic Version”. Grubun tarzında duymaya da alıştığımız bir parça da değil aslında, daha çok The Tallest Man on Earth ya da hatta Eddie Vedder tadında bir eser. Şarkı, normal versiyonuyla albümün deluxe setinde kendine yer buluyor; ancak gerçekten de akustik versiyonu bambaşka. Ve bu versiyon ise, iki dalda Oscar’a aday gösterilmiş izlemesi çok zevkli bir aile filmi olan “August: Osage County” nin sonunda çalmış ve film müziği albümünde kendine yer bulmuş.

Genel olarak çok da iyi eleştiriler alan bu albüm, 2013 yılında ABD’den çıkmış en iyi işlerden biri olarak gösterilebilir; ama yılın sonunda onlardan beklenildiği gibi ödülleri toplaya-mamasından da anlaşılabileceği üzere grubun standartları için çok da harika bir albüm değil. Ya da belki de birçok müzikseverin de katıldığı üzere Kings of Leon, Amerika’nın İngiltere sahnesini azcık da olsa yakalamak için “şişirip” alternatif rock piyasasına sunduğu başka bir proje. Bunun sonucunda da beklentileri karşılayamamak normal; yine de ne olursa olsun gitar müziğinin gittikçe azalarak bittiği ve eski değerini kaybettiği günümüzde, “Mechanical Bull” un ortalamanın kesinlikle çok da üstünde bir albüm olduğu kabul edilebilir.









3 Mart 2014

Disclosure- "Settle"




Elektronik Bir Devrim

Disclosure- "Settle"

9/10





İngiliz elektronik müziği, yakın geçmişte ortaya çıkmış Fatboy Slim, Basement Jaxx, The Prodigy, The Chemical Brothers gibi döneme damga vurup müzik dünyasının yönünü değiştiren sanatçıların dışında son dönemde, özellikle 2000’li yıllarda hiç büyük bir patlama yaşamamıştı: Disclosure, yani Surrey’li  Guy ve Howard Lawrence adlı 20’li yaşlarının başında olan bu iki kardeş sayesinde artık bu algının değişmeye başladığı rahatlıkla söylenebilir. Geçen yıl çıkarmış oldukları “Settle” adını taşıyan ilk albümleri ile kariyerlerine kesinlikle inanılmaz bir başlangıç yaptılar. Albüm, Daft Punk’ın RAM’i ile birlikte yılın en başarılı elektronik/dans albümlerinden biri olarak gösterildi ve albümden çıkan her single, dünya çapında da birer hit oluverdi. Bunun yanında grup, kendi evi İngiltere’de de listelerde en çok satan albüm kategorisinde bile 1 numarayı görebilmeyi başardı.






Albümün öne çıkan parçalarına bakacak olursak, ilk olarak söyleyebiliriz ki “Intro” yu takiben “When A Fire Starts to Burn” kesinlikle çok etkili ve enerjik bir açılış olmuş. Özellikle bir single olarak piyasaya sürülmemesine rağmen yine de grubun en bilinen şarkılarından biri olduğu söylenebilir. Hemen sonrasında gelen ve aynı zamanda grubun çıkış şarkısı olan “Latch” ise kesinlikle Disclosure’ı bir üst seviyeye çıkaran iş olarak kabul edilebilir. Parça, bu yıl adını Naughty Boy’la yaptığı “La La La” düetiyle duyuran Sam Smith’in vokalleriyle birlikte çok güçlü yapıya sahip bir dans hiti. Ardından gelen “F for You” ise futbolseverlerin FIFA 14’ün soundtrack’inden de hatırlayabileceği, sade ve melodik altyapısıyla dikkat çeken bir single. Sonraki şarkı olan AlunaGeorge destekli “White Noise” ise yine vurucu vokallerle ve düzenlemesiyle ön plana çıkan başka bir parça.



Harika bir açılışa ve devamında yine art arda hitlere sahip olmasına karşın albüm, ikinci yarıda biraz akıcılığını kaybediyor ancak tabii yine de dikkat çeken birçok parça var. Özellikle Eliza Doolittle vokalli “You & Me” gayet başarılı, hatta Flume tarafından yapılmış olan, albümün bonus şarkılarından olan remixi, çok daha etkileyici. Albümün kapanışı da yıla damga vuran başka bir grubun, indie trip-hop topluluğu London Grammar’ın vokali Hannah Reid takviyeli “Help Me Lose My Mind” ile oldukça başarılı bir şekilde yapılıyor.



        Lawrence İkilisi, Ocak ayında yapılan 2014 Grammy Ödülleri’nde de en iyi elektronik/dans albümü dalında aday gösterildi ve Brit Ödülleri'nde ise bu yılın “sürprizi” Lorde ile birlikte performans sergiledi. Grammy ödülünü ise tabii beklenildiği üzere RAM’e kaptırdılar ama şimdiden geleceğin Daft Punk’ı olarak gösterilen, biri 91'li diğeri ise 94'lü; daha 20’lerinin başında olan bu ikili için yolun çok daha uzun ve bir o kadar da parlak olduğu net bir şekilde söylenebilir.

2 Mart 2014


Oasis Sonrası Yepyeni Bir Sayfa

Noel Gallagher’s High Flying Birds

8/10






2009 yılının ağustos ayı, İngiliz müzik tarihi için belki de hep çok önemli bir yere sahip olacak; fenomen brit-pop grubu Oasis’in dağıldığı tarih bu. Aradan 5 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen hala “belki de” dememizin en büyük sebebi ise tabii ki de aynı zamanda grubun her şeyleri olan Noel & Liam Gallagher kardeşler. Yakın geçmişteki skandallardan da anlaşılabileceği gibi Gallagherlar her türlü çılgınlığı yapabilir ve bu yüzden grubun sansasyonel ayrılıktan sonra tekrar bir araya gelmesi bile mümkün. Hatta son olarak kardeşlerin aralarındaki buzların eridiği ve birlikte memleketleri Manchester’da “Champagne Supernova” adlı bir bar açmayı planladıkları konuşuluyor. Bu söylentilerin doğruluğu tabii ki tartışılabilir ama şöyle bir gerçek var ki basın neredeyse her röportaj ve söyleşide hala Noel’e bir “geri dönüş” olasılığının olup olmadığını soruyor, hala. Özellikle Liam cephesinin, yüksek beklentileri tam anlamıyla karşılamayan Beady Eye projesinden sonra bu olası geri dönüşe kesin gözüyle bakacağı söyleniyor. Ne olacağını kestirmek mümkün değil ama hala dünyaca ünlü bu “çağ kapatan” grubun tekrar bir araya gelip sahneye çıkmasını ve yeni kayıtlar yapmasını kim istemez!




Dağılmanın ardından Liam aynı yıl, kurduğu gruba “Beady Eye” gibi Lennon saplantısını adeta resmileştirecek bir ad bulup eski arkadaşlarıyla yola devam etmiş, 2 yıl sonra “Different Gear, Still Speeding “ adlı albümü yayınlamıştı. Genel olarak çok fazla eleştirilse bile “The Roller” ve “Four Letter Word” gibi başarılı parçalar barındırmıştı bu albüm; ancak Noel’in eksikliği bestelerde ve vokallerde rahatlıkla hissedilebildi. Geçen yıl çıkan ikinci albüm “BE” ise melodik yapısı ve şarkıların kalitesiyle grubun genel anlamda fazlasıyla gelişmiş olduğunu gösterdi. Albümün neredeyse her şarkısı gerçekten ortalama bir hit potansiyeli taşısa da yine de daha önce Oasis tadı almış çoğu müziksever için hala büyük bir eksiklik söz konusuydu. Bu eksikliğin ise tek karşılığı, grubun söz ve müziğinin çok büyük bir bölümünün, aynı zamanda kendine özgü naif vokallerin ve gitar sololarının da sahibi olan yegane kişi olmasıydı: Noel Gallagher.

           Noel, grubu dağıttıktan sonra bir solo albüm hazırlığı sürecine girdi ve iki yıl sonra çoğunu daha önceden biriktirmiş olduğu 10 şarkıyla müzik dünyasına geri dönüş yaptı. Tek başına olmaktansa canlı performanslarında ona eşlik edecek müzisyenleri de resmi anlamda projeye katarak Noel Gallagher’s High Flying Birds grup adıyla kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Grupla aynı adı taşıyan albüm de böylece müzikseverlerin beğenisine sunuldu.
            Albüm, açılışı klibinde Noel’in bir taksiciyi canlandırdığı ve The O.C.’den tanıdığımız ünlü oyuncu Mischa Barton’un da oynadığı “Everybody's on the Run” ile yapıyor. Parça özellikle melodik yaylıları ve Gallagher’ın vokalinin güçlü yapısıyla dikkat çekiyor. Ardından gelen “Dream On” da özellikle vurucu nakaratıyla güçlü bir parça ve hayır Aerosmith cover’ı değil, bambaşka bir şarkı. Sonrasındaysa “If I Had a Gun” ile Noel, şarkı sözü yazarlığının ” If I had a gun, I'd shoot a hole into the sun, and love would burn this city down for you” dizeleriyle ne kadar etkili ve şiirsel olduğunu hepimize hatırlatıyor. Albümün çıkış parçası “The Death of You and Me” ise tam anlamıyla Oasis hitlerini andırmakta, hatta enerjisi ve melodileriyle “The Importance of Being Idle” ile bile karşılaştırabiliriz. Bununla birlikte çok eskiden yazılmış olduğu isminden de anlaşılabilen albümün son şarkısı “Stop the Clocks”,  etkileyici bir son olmuş. Genel olarak, Noel Gallagher’s High Flying Birds’te gerçekten hiç boş şarkı olmadığı da söylenebilir, bütün olarak rahatlıkla birçok defa dinleyebileceğiniz bir niteliğe sahip bir albüm olmuş. Özellikle de brit-pop’un eski günlerini az çok özleyen kulaklara sahipseniz bu albüm, Liam’ın grubunun albümlerine göre daha çok Oasis havasında diyebiliriz.




2011 yılının başlarında yayınlanan ilk Beady Eye albümünün hayal kırıklığından sonra Noel’in ekim ayında yayınlanan bu albümü çoğunlukla olumlu eleştiriler aldı, hatta kimilerince de en iyi post-Oasis eseri olarak adlandırıldı. İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Daily Telegraph albüme 5/5 yıldız vermiş ve ünlü yazarları Neil McCormick albümü “Noel’in Morning Glory günlerinden beri en iyi işi” olarak tanımlamıştı. Aynı şekilde de albüm, Rolling Stone okuyucuları tarafından yılın en iyi albümleri listesinde 9 numarada kendi yer buldu ve yine bunun gibi birçok dergi, yayın tarafından pozitif yorumlar aldı. Ancak asıl önemli olan, Noel Gallagher’ın bu kadar yıl sonra bile –hala- tamamen “tek başına” bu kadar kaliteli İngiliz-pop rock şarkılarına imza atabilme yeteneği; daha önce başardıklarıyla birlikte onun neden dünyaca tanınan önemli bir modern rock müzik figürüne dönüştüğünün, hatta tam bir müzik dâhisi olduğunun kanıtı. (Nitekim daha önce bireysel veya grupla aldığı sınırsız ödülün yanında son olarak NME dergisi de 2012 yılında “Godlike Genius” Ödülü ile Noel’i fazlasıyla onore etmişti.)






Albüm sonrası gelen yoğun programlı konser turnelerinin ardından ise Noel, bu yıl yeni albüm için stüdyoda olduğunu açıkladı. Klasik müzik topluluğu Rosie Danvers & Wired Strings de bu ikinci solo albüm için tarihi Abbey Road stüdyolarında bir şarkı üzerinde kayıt yaptıklarını sosyal medyadan paylaştı. Çıkış tarihi tam olarak belli olmamasına rağmen, albümün gelen bu haberler sonucunda büyük ihtimalle yakın bir tarihte yayınlanacağı, en geç ise önümüzdeki yıl raflarda yer alacağı artık oldukça kesin gözüküyor.