Köklere Dönüş
Muse- "Drones"
7/10
“Alternatif rock” terimi bir ara
o kadar gündemdeydi ki! 90’ların sonu 2000’lerin başında yeni çıkan grupların
müziğine hemen bu sıfat takıldı, dönemin en büyük grupların adları da hep bu
türle anıldı. Şimdinin “indie rock”ı gibiydi, her yerdeydi. Her şey 1997
yılında, kendilerine Radiohead ismini vermiş 5 dahi adamın, “OK Computer” adlı
3. albümlerini piyasaya sürmesiyle başladı. Bu albümle birlikte İngiltere’de modern
rock müzikte yeni dönemin öncüleri olarak da Radiohead ile birlikte Coldplay, Placebo
ve Muse gibi gruplar parladı. Bir nesil ise bu grupların müziğiyle büyüdü:
İnternet’in bu kadar yaygın olmadığı o dönemde bu nesil, Mtv ve Dream Tv gibi
kanallarda kliplerini izleyerek ve albümlerini “satın alarak” grupları takip
edebildi. İşte bu nedenlerle alternatif rock’ın devlerinden Muse’un yeri de kimileri
için çok ayrıdır.
Muse, 20 yıldır yayımladığı 6
albümün her birinin ayrı ayrı başarısıyla birlikte, toplumun çoğu tarafından da
kabul görüldüğü üzere şu anda dünya üzerindeki en büyük faal gruplardan bir
tanesi. Sadece albüm satışının 17 milyonun üzerinde olduğu için bile ya da Twilight gençliğinden tutun da Brian May’in
kendilerine hayran olmasına kadar hitap ettiği geniş kitleyi yarattığı için
bile “büyük” oldukları söylenebilir. Ancak büyüklüklerinin esas sebepleri, modern
müzik tarihinin dönüm noktalarından birinde başrolde olmaları ve kendilerine
özgü bir müzik tarzı yaratabilme başarılarıdır. Muse, ismini aldığı ilham
perisine ithafen grubun her şeyi Matt Bellamy’nin önderliğinde çıkardığı bütün
albümlerinde kendi müzik türlerini yaptı. Grubun sınırları alternatif rock’ın
da ötesine taşındı: Progresif ağırlıklı olarak rock opera, klasik müzik,
electro-pop, dubstep ve hard rock gibi çeşitli tarzlar sentezlendi. Bellamy’nin
türlü şekillere giren tenor vokaleri ile üst düzey gitar ve piyano çalma
becerisinin yanında, akılda kalıcı bas yürüyüşlerinin sahibi Chris Wolstenholme
ve onları davullarıyla ustaca tamamlayan Dominic Howard, Muse tarzını yarattı.
Grubun bu avangart tarzının son iki albümde daha da deneyselleşmesi ise aslında
kendi müziklerinin doğal bir evrimiydi; ancak “Undisclosed Desires”, “Supremacy”
gibi birkaç istisna dışında ortaya çıkan işlerin çoğu, öncekileri arattı. Ayrıca
meşhur sahne performansları da elektronik altyapıların fazlalığı yüzünden eski
etkisine ulaşamayınca grup da bu durumdan rahatsız oldu.
Yedinci kayıtları “Drones”u 5
Haziran’da yayımlayan Muse, robotlaşmanın ve empati yoksunu sisteme karşı
çıkmanın ele alındığı distopik bir konsept albümü müzikseverlere sunuyor. Ayrıca
köklerine de bu albümle dönen grup, uzun bir aradan sonra gitar-bas-davul
üçlüsünün en geleneksel haliyle karşımıza çıkıyor. Elektronik deneysel altyapıları
minimuma indiren grup, “Origin of Symmetry” ve “Absolution” dönemlerindeki hard
rock bazlı müziğe dönüyor. Albüm kapağındaki robot askerler ve onları kontrol
eden süper güçler, şarkı sözlerinin de haliyle odak konusu konuyor: Baş
kaldırma, sistem, savaş, güç, ölüm gibi konularla sosyo-politik göndermelerle
dolu albüm. Hatta John F. Kennedy bile var. Aslında grup, bu konulara daha önce
“Uprising”, “Assassin”, “Citizen Erased” gibi birçok parçada değinmişti o
yüzden “Drones”daki konsept albüm fikri çok sürpriz olmadı. Bunun yanında,
ortaya çıkan işler de aslında hiç fena değil. Neredeyse her parça bir hit
potansiyeli taşıyor ve akılda kalıcılık anlamında da gayet başarılı besteler
var; ancak belki de sorun da burada. Şarkıların hit potansiyeli taşımaması,
doğrudan ilk dinleyişte vurması gerekiyor; çünkü Muse dinleyicisi gruptan
ortalama parçalar dinlemeye alışkın değil. Bu adamların albümündeki her
parçanın ayrı bir değeri olması gerek. Bu hissi bu albümden yakalamak pek kolay
değil.
Kendilerinden beklentilerin farkında
olan grup, albümü “Dead Inside” ile açıp eski dinleyicilerinde hemen “Biz geri döndük!”
imajı yaratıyor. Özellikle Bellamy’nin Dave Gahan’ı andıran vokalleri ve parçanın
son bölümündeki gitarlarla özlenilen ruha dönüş yapıldığını görebiliyoruz. Klibi
ise Sia’nın “Elastic Heart”ına daha az benzeyebilirdi. Parçanın tek
sıkıntısıysa sözleri, hatta albümün genelinde böyle bir zayıflık var: “On the
outside I'm the greatest guy, now I'm dead inside” gibi sözler cidden çok basit
kaçmış. Albümün başka dikkat çeken şarkısı “Psycho”da ise Matt Bellamy, 2007
yılında Wembley’deki unutulmaz konserde şarkı aralarında çaldığı riff’in tamamiyle aynısını kullanarak şaşırtıyor. Ayrıca “Your mind is just a program. And I'm
the virus” gibi sözlerle de yine şarkı üzerinde ne kadar detaylıca uğraşıldığı
belli. Yine de eski günlerin hatrına parça, albümün geneline göre başarılı. Sonraki
şarkı “Mercy” ise adeta albümün “Starlight”ı. Klasik bir piyano introsuyla
birlikte yavaşça artan tempo akıllara direk bu parçayı getiriyor. Nakaratı ile
de maalesef “Starlight 2” olamamış dedirtiyor.
Albümün orta sıralarından ise
“Defector” dikkatleri çekiyor. Yüksek temposuyla ve anarşizm mesajlarıyla
konserlerde sıkça göreceğimize şüphe yok. Ardından gelen “Revolt” ile grup, hayranlarını
eski albümlerine yolculuğa çıkarıyor. Aynı zamanda vokallerin de çok çeşitli
kullanıldığı bir parça. Ancak albümün bütün olayının en sonunda olduğunu
dinleyince fark edince rahatlıyoruz. Hatta albümdeki parçaların yerleri tersten
dizilseydi çok daha heyecan verici olurmuş: Sondan ikinci parça “The
Globalist”, 10 dakika 7 saniye ile Muse’un kariyeri boyunca kaydettiği en uzun
parça oluyor. İşin ilginç tarafı da bunun farkına varamıyorsunuz. Parça o kadar
akıcı bir yapıda ki, bütün parçaları tamamlanmış bir yapboz gibi. Gerçekten
albümün en iyi işi, defalarca dinleyebilirsiniz. Düzenleme açısından zaten
diğer parçalara fark bile attığı söylenebilir. Hatta albümün şarkı sözleri ile
birlikte en büyük eksisi de bu: Açıkça bir özensizlik var. Aslında “Drones”,
bütünüyle gayet ortalamanın üstünde bir albüm, hatta etikette Muse değil de
tanınmamış başka bir grubun ismi yazılmış olsaydı çok fazla övülmeyi hak eden
bir kayıt. Konseptin bütünlüğü de ayrıca çok başarılı. Ancak yine de söz konusu
Muse olunca beklentiler de haliyle tavan yapıyor; çünkü grubun yeteneğinin ve
potansiyelinin herkes farkında. En azından köklerine dönüş yapıyor olması bile birçok
hayranı için albümü sevmek için yeterli bir sebep. Her şeye rağmen albüme
bütünüyle bakıldığında, geride bıraktıklarıyla gelecek için bizleri
heyecanlandırıyor.