Monarşiyi Baltalayan Bir Konsept Albüm:
Morrissey- Low in High School
6/10
Hem The Smiths ile hem de solo
sanatçı olarak neredeyse tüm müzikseverlerin kalbine dokunmuş, kelimelerle
ifade edilemeyecek bir ikon Steven Patrick Morrissey. Ayrıca şu an dinlemekte
olduğumuz alternatif-indie müzik çatısı altındaki sanatçıların büyük bir
bölümünün de ilham aldığı kişiliklerden biri. Bununla birlikte Morrisey, sadece
müziğiyle de değil; aynı zamanda da hayat felsefesi, hayvan hakları
savunuculuğu, vegan kişiliği ve savaş karşıtlığını her fırsatta dile
getirmesiyle de toplumsal bir figür. Bir de bunların üstüne İstanbul’a şarkı
yapacak kadar ülkemizi çok benimsemesi ve sürekli buraya konserlere gelmesi de kendisinin
hayatımızdaki yerini daha da sağlamlaştırıyor. Tıpkı John Lennon ve Paul Simon
gibi isimlerin yaptığı gibi, hem grubuyla hem de solo olarak çok büyük başarı
yakalayan İngiliz sanatçı, şimdiye kadar tam 10 stüdyo albümü yayımladı. İlk
albüm olduğu için de haliyle çok fazla The Smiths esintileri taşıyan “Viva
Hate” , “Everyday Is Like Sunday” ve “Suedehead” gibi klasiklere sahip bir
eserdi. Ardından, albüm bazında inişli çıkışlı bir yol izleyen şarkıcı, 2004
yılında ise adeta yeniden doğdu: Birçok hite sahip yedinci stüdyo kaydı “You
Are the Quarry” ve sonrasında yayımladığı üç başarılı albümle beraber Moz, eski
grubuyla da artık büyük ölçüde bağlı olmayan daha alternatif-rock ağırlıklı bir
tarzda yol aldı.
2017’de ise on birinci eseri “Low In
High School” ile sanatçı, yaratıcılığını konuşturmaya hala devam ediyor. Albümde
yine politik göndermelerin doruklarında bir anlayış var: Neredeyse her parça,
siyasi bir anlam ifade ediyor. Kapak fotoğrafı da haliyle albümün içindeki
şarkıları bir şekilde özetlemiş. Bunun dışında albüm hakkında genel olarak
söylenebilecek en önemli unsurlardan biri, albümün çeşitliliği: Parçaların
tarzlarının ve kullanılan altyapıların birbirinden farklılığı, eseri tam
anlamıyla baştan sona dinlemesi keyif veren bir albüm haline getirmiş. Bu
farklılık ise albüm, bir önceki Morrissey albümü gibi prodüktör Joe Chiccarelli
tarafından doğru bir şekilde düzenlendiği için kayda resmen renk katmış.
Böylelikle, baştan sona hiç sıkılmadan rahatlıkla dinlenebilecek bir albüm
ortaya çıkıyor.
Şarkının ismine ve anlattıklarına
rağmen klibinde herhangi bir “yatak” görülemeyen “Spent the Day in Bed”,
albümün ilk single’ı olarak çıktı. Ayrıca şarkıcının 18 Eylül’de açtığı Twitter
hesabının da ilk paylaşımı bu şarkının ismiydi. Parça, sadece 1 defa
dinlenildiğinde bile klavyenin öncülük ettiği akıcı melodi ve klasik Moz
kafiyeleriyle birlikte hemen akıllarda yer ediyor. Sözlerinde ise “Stop
watching the news! Because the news contrives to frighten you” gibi ironik bir
üslupla da “cehalet erdemdir” ifade ediliyor. Albümün açılışını yapan parça “My
Love, I'd Do Anything for You” ise üflemelileriyle tam bir Bond filmi müziğini
anımsatırken, dinleyeni yakalayan bu melodisiyle de kaydın da en başarılı
şarkılarından biri oluyor. Başka dikkat çeken eser ise “Jacky's Only Happy When
She's Up on the Stage”: Şarkının ismine bakıldığında kişisel anlamlar içerdiği
düşünülebilir; ancak Jacky burada Britanya Krallığı’nın bayrağı olan Union Jack’in
kısaltılmışı olarak kullanılmış. Parça, referandum sonucunda Avrupa
Birliği’nden ayrılmaya karar vermiş Britanya’ya gönderme yapıyor. Sonlara doğru
duyulan “Exit!” nidaları da bu yüzden Brexit’e bir mesaj.
“In Your Lap”te, daha şarkının
başında bile Moz, “The Arab Spring called us all. The people win when the
dictators fall.” ifadeleriyle söze
Arap Baharı’yla giriyor. Teröre karşı bir duruşta muazzam sözlere sahip olan
parça, enstrümantal olarak da çok doyurucu bir piyano performansıyla albümün en
etkileyici eserlerinden biri olmuş. Tekrar tekrar dinlemek isteyeceğiniz bir
parça bu. Bunun dışında, “The Girl from Tel-Aviv Who Wouldn't Kneel” ise bol
bol Amerika eleştirileriyle sanatçının siyasal düşüncelerini bir kez daha dinleyenlerle
paylaşıyor. Daha önce albümün çeşitliliği olarak ifade edilen farklı müzik
tarzlarının ve altyapıların kullanılması hususu da özellikle bu parçada biraz
daha Dünya Müziği’ne kayılmasıyla da görülebiliyor. Buna ek olarak, “When You
Open Your Legs”in altyapısında da aynı çizgide gidilmiş.
Sanatçı,
kendi müzik sınırlarını daha da genişletip dinleyicilere artık farklı bir
açıdan yaklaşma yoluna gidiyor. Bu yolda da büyük ölçüde başarılı olduğu
söylenebilir. Ancak daha önce birçok defa albümlerinde siyasi eserlere yer
vermiş olan Morrissey’in bu kayıtta ise neredeyse tamamen bu yönde bir albüm
yapması, şarkı yazarlığının yaratıcılığını olumsuz anlamda etkilemiş gibi. Bu
şekilde bir konsept albüm yapmak her ne kadar çok değerli olsa da aynı zamanda
çok zor bir iş. Bu nedenlerle de Morrissey hayranlarının büyük bir bölümü, beklentilerini
bu albümle karşılayabilse de ona duygusal bağı olmayan kitle için ise bunu
söylemek pek mümkün değil.