11 Kasım 2017

    



Carla Bruni'den Tatlı Bir Cover Albümü

Carla Bruni- French Touch

6/10

Kaynak: Wannart





 
      2008 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile evlenerek ismini ve güzelliğini tüm dünyaya duyuran Carla Bruni, modellik geçmişinin yanı sıra başarılı da bir müzisyen. Piyanist bir anne ve besteci bir babanın çocuğu olarak İtalya’da doğan Bruni, sanatçı kimliğini bu nedenle genlerine de borçlu. Eline gitarını alarak Fransız “chanson” kültürü ve Amerikan “folk” müziğini harmanlayan sanatçı, genellikle aşk ve hüzün üzerine şarkılar yazdı. Bu yüzden de eserleri buram buram Fransız romantikliği kokulu. Hatta neredeyse her parçasında ya “amour” ya da “chagrin” kelimesi geçer. Ancak Bruni, tıpkı “baba torpilli” Charlotte Gainsbourg ve Kanadalı muazzam yetenek Cœur de Pirate gibi bu klişenin hakkını gerçekten veren “ender” modern müzisyenlerden biri. Tarz olarak da daha çok Brigitte Bardot, Jane Birkin ve Françoise Hardy gibi ikonların peşinden giden eski First Lady, kariyeri boyunca 4 stüdyo albümü yayımladı.


            (500) Days of Summer filmindeki araba sahnesinde de çalan “Quelqu'un m'a dit”, sanatçının şimdiye kadarki en önemli hiti olarak gösteriliyor. Şarkıyla aynı adı taşıyan ilk albüm ise en önemli eseri gibi. “Le Plus Beau Du Quartier”, “Tout le monde” ve eski sevgilisine ithafen yazdığı “Raphaël” gibi parçalar da bu albümdeydi. Bu yüzden şarkıcının “Sarkozy dönemi”nden önceki bu eserinin aynı zamanda hala kariyerinin zirvesi olarak görülmesi, bu medyatik siyasi kariyerinin haliyle müzisyenliğini de arka plana attığını kanıtlıyor.
İkinci albümü “No Promises” hariç hep Fransızca albümler yapan Bruni, 2017 yılında “French Touch” isimli cover albümüyle tekrar eski aşkı İngilizce’ye dönüyor. Sanatçı, bu dilde telaffuzda ya da duyguyu aktarmada sorun yaşamamış. Ancak yine de Fransızca parçalardaki o hafif hızlı vokalleriyle birlikte sesinin karakteristik özelliğinin de bu albümde kaybolduğu söylenebilir: Hani bazı özel müzisyenler radyolarda dinlenildiğinde sadece ses tonundan bile tanınabilir ya, burada o hissiyat kaybedilmiş. Youtube’u açıp bu albümdeki cover parçaların isimleri aratıldığında ise çok daha “özgün” işlerle karşılaşmak mümkün. Ancak tabii ki her Carla Bruni albümü gibi bu kayıt da geride birkaç tatlı iş bırakmayı başarıyor.



“The Winner Takes It All”, bu albümdeki “Fransız dokunuşu” ile birlikte ABBA’nın olağanüstü pop klasiğinin hakkını verebiliyor. Özellikle, İsveçli grubun da güzelce ifade edebildiği bir İngilizce düzeyinde yazılmış olduğu için olsa gerek Bruni de bu parçayı söylerken ayrı bir etkileyici. Hatta bir de şarkıcının New York Times’a verdiği son röportajda belirttiği üzere bu düzenleme, Sarkozy’nin de -romantik bulduğu için- albümdeki favori parçasıymış. Kesinlikle de haksız değil. Bunun dışında, bir Depeche Mode güzelliği “Enjoy the Silence” da aynı şekilde çok başarılı yorumlanmış. Yine her zamanki Bruni havası var: Sakin, yer yer hüzünlü ve derin. Özellikle orijinal versiyonundaki synth yerine piyano kullanılması şarkıyı çok olgun bir şekilde dolduruyor.
The Rolling Stones klasiği “Miss You” ise belki de şarkıcının albümde kendi tarzının karakteristiğine en yakın bir şekilde uyarladığı parça. Aralara “Tu me manques”ları da serpiştiren müzisyen, ortaya cidden samimi bir eser çıkartıyor. Hatta Stones bile Twitter üzerinden Bruni’nin bu versiyonunu sevdiklerini belirtmişti. Bu şarkıların dışında, Lou Reed’in en özel işlerinden olan “Perfect Day”in de orijinalinden farklı bir şekilde hafif tempolu ve hatta akordeonlu hali de dinleyenler için ilginç bir deneyim olmuş.




Bruni, röportajında metal dinleyicisi oğlu için albüme “Highway to Hell”i de koyduğunu söylüyor. Ancak, blues etkileri de taşıyan bu düzenlemeyle birlikte şarkıyı alıp çok farklı diyarlara götürmek isterken maalesef o duyguyu dinleyene geçiremiyor. Aynı şekilde The Clash klasiği “Jimmy Jazz” de öyle. Sanki 13 yaşındaki Japon bir kızın evinde gitarıyla üç akor çalarak cover’ladığı ve hep aynı ses tonuyla şarkı söylediği bir Youtube videosu gibi. Albümün geri kalanı da aynı şekilde. Sonuç olarak bu Fransız dokunuşu, ne yazık ki sadece “düşünce olarak” tatlı bir proje. Aslında Paris’ten çıkan 20-21 yaşlarındaki herhangi bir yeni sanatçı için gerçekten çok başarılı bir cover albümü olabilirdi. Ancak, böyle bir kariyeri geride bırakmış bir sanatçı için biraz “kolaya kaçılmış” bir çalışma olmuş. Yine de ilk albümünden beri bekleneni veremeyen bir sanatçı için çok da fena olmayan bir albüm “French Touch”. Albüm turnesi kapsamında da 13 Aralık’ta İstanbul’a gelecek olan sanatçıyı ilk defa ülkemizde izleyebileceğiz.