21. Yüzyıldaki Müzik Piyasasına Seviye Atlatan Albüm
Daft Punk- Random Access Memories
10/10
Kariyerlerinin
en olgun dönemlerinde artık makine ve sampler müziğinden bıkmış olan grup, şu
röportajda belirtildiği üzere bu albümde büyük ölçüde gerçek enstrümanlara
yöneliyor. Aslında bir nevi de müziklerinin “kökenlerinin kökenlerine”
iniyorlar: Disco ve Funk. Bu iki türün 70’lerin sonu ve 80’lerin başı Los
Angeles’ına damga vurduğu yılları kendilerine ilham alan grup, artık çok daha
büyük oynamaya karar veriyor. Halihazırda da müzik dünyasına synth’leri ve
vocoder teknikleriyle damga vurmuş bu Fransız ikili, tamamen yeni sularda yüzüp
kendi sınırlarını zorlamak istiyor. Sonucunda da belki de 21. yüzyıldaki müzik
piyasasına seviye atlatan bir sanat eseri ortaya çıkıyor. Bunun ise en büyük
sebebi, albümün inanılmaz bir “özen” ile yaratılması.
Albüme
harcanan emeği şu şekilde özetleyebiliriz: Daha önceki albümlerini araya tam 4
yıl koyarak yayımlayan grup, burada ise tam 8 sene sonra bir stüdyo albümü
çıkarıyor. Tam olarak da bu emeğin başarısının sebebi bu: Yetenek + Emek =
Başarı denkleminden de bu çıkarım yapılabilir. Bunun yanında, albüme bu özeni
gösteren sadece Fransızlarımız değil; ön planda birçok ünlü konuk sanatçı var.
Ayrıca, arka plandaki “az ünlülerden” Omar Hakim, Nathan East, Paul Jackson Jr.
, James Genus ve John Robinson gibi, isimlerini Google’ladığınızda tonlarca
başarı hikayesiyle karşılaşacağınız müzisyenler var. Daft Punk ise vocoder yani
robot tarzı vokallerini koruyarak, geçmişte yapmış olduğu birçok hiti de baz
alarak ufkunu tamamen genişletmiş gözüküyor. Albümün en büyük değeri ise bu
eserin gerçekten de bir “albüm” olması. Baştan sona. Parçadan parçaya. Bu
komple mükemmel bir albüm. Özellikle günümüzde çok sık karşılaştığımız bir
özellik değil bu mükemmeliyet.
Give Life Back to Music, hem acayip “doğru” bir mesaja sahip ismiyle hem de henüz ilk
saniyelerinden itibaren melodileriyle albüme oldukça sağlam bir başlangıç
oluyor. Kaydın saf bir funk yapısına sahip eserlerinden biri olan şarkı, efsane
grup Chic’in efsane gitaristi Nile Rodgers’ın “trademark”ı olan o gitar
akorlarıyla bizi hemen yakalıyor. Ayrıca efsaneleşme yolunda olan piyanist Chilly
Gonzales’in de buradaki katkıları büyük. Ardından gelen The Game of Love ile
tempoyu düşüren grup, eski albümlerinden alışık olduğumuz robotik ve duygusal
parçalarından bize en “doğal” örneklerinden birini sunuyor. Bu doğallık ise
tamamen enstrümanların canlılığı sayesinde; bu bir bilgisayar yapıtı değil.
Giorgio By Moroder, “Disco’nun Babası” olarak anılan duayen İtalyan Giorgio Moroder’a
ithafen onunla birlikte kaydedilmiş olağanüstü bir iş. Moroder, müzik ile
tanışma hikayesini o harika aksanıyla bizlerle paylaştığında ve en sonda da “But
everybody calls me Giorgio.” dediği anda dinleyiciyi tam olarak avucunun içine
alıyor. Synth’lerin ve davulların birbirleri ile olan uyumu, şarkının 9
dakikalık süresini sizlere tamamen unutturuyor. Ardından gelen Within ise
Gonzales’in piyanosunu tam anlamıyla konuşturduğu naif bir güzellik. Gonzales’in
şuradaki Fransızca röportajda değindiği gibi grup, kendisine “bir aktörü
yönlendiren bir yönetmen” edasıyla yaklaşmış. Ayrıca şarkının, grubun aşk kokan
başka bir düşük tempo klasiği Something About Us ile çok tatlı benzerlikleri
var. “I've been, for some time. Looking for someone. I need to know now. Please
tell me who I am.” sözleri ise gerçekten tamamiyle kalbimize kazınıyor.
Instant Crush,
albümün belki de en duygusal işlerinden biri. The Strokes’un beyni ve kalbi
olan Julian Casablancas’ın her zamanki vokal tarzından biraz daha ince bir
tonda söylediği şarkı, bu albümün en değerlileri arasına rahatlıkla giriyor.
Casablancas, hüzünlü vokallerinin yanında parçadaki gitarları da kendisi
çalarken Daft Punk ise her zamanki synth’leri ile ruhumuzu delik deşik etmeyi
başarıyor. Parçanın ağırlığına çok yakışan şu klip ise gerçekten de dinleyende
yaratılan etkiyi kolayca artırıyor. Devamında gelen parça olan Lose Yourself to Dance, Rodgers’ın adım adım yürüttüğü “funky” gitarlarının ve yetenek abidesi Pharrell
Williams’in tertemiz vokallerinin ustaca işlenmiş bir harmanı. Parça neredeyse
6 dakikalık süresine ve sürekli aynı ritim ile sözlere sahip olmasına rağmen o
kadar başarılı bir prodüksiyona sahip ki loop tuşuna zevkle basabiliyorsunuz.
Özellikle robotlarımızın “Come on!” tekrarları sayesinde dopdolu bir eser
karşımıza çıkıyor.
Bir başka
prodüksiyon harikası eser olan Touch, usta müzik adamı Paul Williams’ın geçmiş
yılları anımsatan vokal tarzıyla birlikte acayip değişik tada sahip bir şarkı.
Hatta biraz zorlarsak, Sébastien Tellier’in La Ritournelle’ine de yakın bir
özgürlükte. Parçanın ortasından itibaren enstrümanların girişiyle ve sonlarına
doğru koronun “Hold on, if love is the answer, you're home.” sözleriyle
aklımızı başımızdan alan başka bir Daft Punk güzelliği. Sonrasında gelen eser,
Get Lucky hakkında ise söylenecek çok bir söz yok. Bu yüzyılda yaşıyorsanız, bu
şarkıya bir şekilde denk gelmişsinizdir: Böyle bir büyüleyiciliği tarif
edebilmek mümkün değil. Tıpkı Pharrell Williams’ın bu albüme yapılan belgesel
için şu videoda değindiği gibi bu şarkı, tamamiyle inanılmaz bir deneyim. Yayımlandığı
yıl, Grammy’lerin çoğunu şuradan görebileceğiniz üzere süpüren ve bu albüme de
Yılın En İyi Albümü Ödülü’nü kazandıran hit bu şüphesiz.
Beyond,
robot ikilinin funk gitarlarının bu sefer sakince işlendiği ve uzaylı
vokalleriyle de her zamanki hissiyatı yarattığı önemli bir Daft Punk eseri. Bir
sonraki parça ise ikilinin kariyerlerinin büyük bir bölümünde olduğu gibi
enstrümantal bir eser: Motherboard. Özellikle, flütü andıran enstrüman
kullanımları ve adeta bir soundtrack havası taşımasıyla dinleyiciyi yormadan
zevkle dinlenebiliyor. Temiz enstrüman kullanımlarıyla Fragments of Time ve tekrarlarıyla
geçmiş Daft Punk eserlerini andıran Doin It Right şarkıları ise albümün robot
soslu başka güzelliklerinden oluyorlar. Albümün son parçası Contact ise hem kullanılan
“Houston” göndermeli konuşmaları hem de synth’li bölümlere geçişleriyle
akıllardan çıkmayacak bir şarkı oluyor. Parçadaki davul ise bambaşka bir
hikaye. Genel olarak ise albüm, şuradaki gibi Thriller ilhamlı kapağı ve bilgisayar
RAM’ine atıf yapılan “insan beyni ve hard disk arası” isminin yansıttığı gibi
bir şaheser. Zamanın sonuna kadar ise insanoğlunun dinleyeceği bir sanat eseri.
Dinleyin ve uzaya yol alın!