27 Kasım 2017






Sıra Dışı Bir Ses ve Sıradan Bir Albüm:

Sam Smith- The Thrill of It All

4/10

Kaynak: Wannart






     
      Çoğu müzikseverin hayatına 2012 yılında Disclosure hiti Latch ve 2013 yazının marşı olan Naughty Boy şarkısı La La La ile girdi Sam Smith. Şimdiye kadar geçen bu süre boyunca da uluslararası bir pop stara dönüştü. Sanatçı, “blue-eyed soul” olarak ifade edilen müzik türünün de günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri oldu: Ayrıca şarkıcı, bu akımın son temsilcilerinden Adele ve Amy Winehouse gibi isimlerden ilham aldığını birçok defa açıkladı. Hatta ilginç bir şekilde de hayatının büyük bir bölümünde hep kadın vokalleri dinlediğini de ifade etti. Belki de sesindeki o “diva” karakteristiğinin sebebi de bu olabilir.


2014 yılında ise In the Lonely Hour isimli ilk albümünü yayımlayan İngiliz sanatçı, bütün dünya listelerini ve satış rekorlarının çoğunu altüst etti. Buna rağmen albüm, otoritelerden şarkı yazımı zayıflığı sebebiyle çok pozitif eleştiriler almasa da başarılı bir soul-pop eseriydi: Dünya çapındaki hit Stay with Me'nin yanında I'm Not the Only One ve Money on My Mind gibi birçok kaliteli işe sahip bir albümdü. Bunun sonucunda da Smith, ertesi yıl 4 Grammy’yi evine götürdü. Artık kendisine “yeni Adele” yakıştırmaları yapılıyordu. Bir de üstüne Bond filmi Spectre’nin jenerik müziği Writing’s On the Wall ile 88. Oscar Ödülleri’nde heykelciği kaptı. Bundan bir önceki Bond filmi Skyfall ile ödülü alan Adele’den sonra Smith de böylece yakıştırmaları daha da hak etmiş oldu.

            Artık Grammy’li ve Oscar’lı bir müzisyen olarak beklentileri de yükselten sanatçı, çok ara vermeden ikinci albümü The Thrill of It All ile geri dönüşünü yaptı. Albüm kapağından ve son klibinden anlaşıldığı kadarıyla da bayağı bir kilo vermiş olan şarkıcı, yeni imajıyla da şaşırtıyor. Smith, bu albümde kendisinden bekleneni, verdiği kilolar kadar, verememiş gözüküyor. Albüm için In the Lonely Hour'dan çok daha zayıf bir iş olduğu söylenemez. Buna rağmen Smith’in bu albümde de şarkı yazımında ufak bir sıkıntısı olduğu söylenebilir.


            İlk single olarak yayımlanan Too Good at Goodbyes albümün kalburüstü şarkılarından biri. Özellikle kişisel şarkı sözleri ile dinleyenlere samimi bir biçimde ulaşan bir parça. Bunun dışında Burning de şarkının ilk saniyesinden itibaren sanatçının hislerini en etkileyici ifadeyle anlattığı iş olmuş. Bu şarkıdaki vokal performansı gerçekten çok başarılı. No Peace ve HIM de albümün diğer dikkat çeken şarkılarından. Yalnız bu parçaların uzun uzun anlatılabilecek bir etkileyiciliği ne yazık ki yok. Albümün sonlarındaki ek parçalarda ise resmen bir sürpriz yer alıyor: Nothing Left for You. Gerçekten hem albümün hem de Sam Smith’in yaptığı en tatlı işlerden biri olmuş. Kaliteli bir düzenlemeye ve besteye sahip bu parça, çok özgün bir eser olmamasına rağmen, “kaliteli şarkı yazımı” konusunda çok değerli bir örnek. Sanatçı bu konuda daha çok yol almalı diye düşünüyoruz. Genel itibariyle albümde Writing’s On the Wall’dan daha özenle yazılmış bir parçaya rastlama şansımız (değindiğimiz şarkılar dışında) çok az.
            Sonuç olarak Smith için en çok yapılan eleştiri olan “şarkı yazarlığının kısıtlı bir seviyede olması” müzikseverler için elbette ki üzücü bir durum. İlk albümünde bütün dünyaya kanıtladığı üzere şarkıcı, oldukça sıra dışı bir sese sahip. Hatta bu sesi en doğru şekilde kullanıp, hissettiği duyguları naif ve pürüzsüz biçimde dinleyiciye aktarabilme yetisine de. Belki diğer büyük pop sanatçılarının yaptığı gibi bir şarkı yazarı ordusuyla çalışması, ilerideki işleri için müzisyene yol gösterici olabilir. Kendisi de olgunlaştıkça bu konuda eksik kalan yanını tamamlayacaktır. Sam Smith, 1992 doğumlu bir şarkıcı olarak şu an bulunduğu noktaya rağmen hala büyük potansiyel taşıyan bir isim. Neden daha fazlası olamasın ki?