Edward Norton'u Neo-Nazizm ve Irkçılığın Acı Gerçeğiyle Buluşturan Film
American History X (1998)
IMDB’nin En İyi 250 Film listesinin vazgeçilmezlerinden olan eser, gerçekten de ölmeden
önce izlemeniz gereken sinema klasiklerinden biri. Bunun en önemli sebebi ise,
filmin vermiş olduğu ırkçılığa karşı mesajının yanında, sahip olduğu bu derin fikri
işleyiş tarzı. Film; konusu, oyunculukları, senaryosu, replikleri ve akıcı olay
örgüsüyle dört dörtlük bir klasik. Bu nedenle de tekrar tekrar hiç sıkılmadan
izleyebileceğiniz ve her izlediğinizde de ufkunuzu daha da genişleten bir eser.
Özellikle, bu övgülerin önemli bir kısmını hak eden oyunculuklara değinmemiz
gerekli: Norton, kendisine ikinci Oscar adaylığını getiren bu rolünde, gerek
dövmesi ve saç tıraşıyla gerek de o acayip bakışlarıyla hafızanızdan hiç çıkmayacak
bir karaktere imza atıyor. Onun yanında, Terminator 2’nun Edward Furlong’u
başta olmak üzere, My Name Is Earl’ün Ethan Suplee’si ve Friends’de Monica ile
Ross’un babası Elliott Gould, oldukça başarılı rollerdeler.
(Spoiler)
Daha çok
müzik klipleri yöneten Tony Kaye’nin ilk uzun metrajlı eseri olan American
History X, sanki usta bir yönetmenin elinden çıkmış gibi: Neo-Nazizm ve ırkçılığın
acı gerçeğini yansıtan film, kendi içinde birçok etkileyici sahne barındırıyor.
Özellikle, bu filmi izlemiş kimle konuşursanız konuşun bir süre sonra muhabbetin
şu efsane kaldırım sahnesine bağlanmama ihtimali gerçekten düşük. Sahnenin
odağındaki o hareket dışında ise Norton ve Furlong, bakışlarıyla öyle bir oynuyorlar
ki sanki o anı yaşamışlar gibi! Bu an dışında tabii ki, gelmiş geçmiş en ırkçı
basketbol sahnesi ve son dakikalardaki o malum sahne de hafızalardan kolay
kolay çıkabilecek görüntüler değil. Ayrıca, akıcı bir anlatım üslubuna sahip yönetmen
Kaye’nin flashback’lerde siyah-beyaz ekranı tercih etmesi ise hem izleyicinin
olay örgüsünü rahat takip edebilmesini hem de filme ekstra bir sanatsallık
katılmasını sağlıyor.
Özel olarak
filmde değinmek istediğimiz husus ise Norton’un canlandırdığı başkarakterimiz Derek’in
kişiliğinin zaman içinde büyük bir evrim geçirmesi. Aynı zamanda hikayeyi
anlatırken de filmin odağında olan bu konunun işlenişi, birbiriyle tamamen uyumlu
olan birçok yapboz parçasının bir araya gelmesiyle ele alınıyor: Derek, aslında
okul hayatı çok parlak olan zeki bir gençken, bir itfaiyeci olan babasının siyahiler
tarafından öldürülmesiyle birlikte, sisteme karşı öfkeli birine dönüşüyor. Oturdukları
bölgedeki Hitler fanatiği Cameron karakterinin, onu ve onun gibi birçok genci etkisi
altına almasıyla da Derek, hayatındaki o eksik baba figürünü bu şekilde
tamamlıyor. Sol göğsündeki Nazi sembolü başta olmak üzere o dönemin Almanya’sını
sembolize eden irili ufaklı dövmelere ve Skinhead kültürünü ifade eden dazlak
bir kafaya sahip faşist bir adama dönüşüyor. Aslında, bu karakterin, filmin
başında siyahileri acımasızca ve hatta tutkulu bir şekilde öldürmesi de bu
nedenle anlaşılabilir bir olay. Ancak, o hapse girdikten sonra ise her şey
değişiyor.
Bu noktada,
karakterin geçirdiği olağanüstü bir evrimine tanık oluyoruz. İnandığı değerler
uğruna gözünü kırpmadan “başka” ırktan insanları katledebilecek bir caniyken, hapishanede
resmen hayata gözlerini yeniden açıyor: Oradaki Nazi sempatizanı arkadaş grubunun,
farklı ırktan insanlarla el altından iş yapabildiğini (!) görüyor. Bunun
yanında, orada bir siyahi suçluyla çamaşırhane sorumlusu olarak baş başa çalışmak
zorunda kalıyor. Bu süreçte de aslında o adamın sadece bir televizyon çaldığı
için tam 6 yıl süreyle cezalandırıldığını -yani yapılan adaletsizliği- görüyor.
Oldukça da sempatik bir kişilik olan bu adam ile zamanla kaynaşmaları ise Derek’in
bakış açısını değiştirmeye başlıyor. Bununla birlikte, malum duş sahnesi ile
birlikte Derek, o Nazi grubundan cinsel saldırıya uğrayınca, bu faşist ideoloji
ile olan ipleri tamamen kopuyor. Hapisten çıktığında ise artık “saçı olan” bir
adama dönüşüyor ve bu metafor doğrultusunda da geçmişine sünger çekmeye karar
veriyor.
Değindiğimiz
bu yapboz parçalarını bir araya gelince, Derek’in kişiliğindeki gelişime tanık
olmamız sağlanıyor. Böylece karakterimiz de ırkçılığın bu acı gerçeğinin
farkına varıyor. Bu gelişimin adım adım sağlanması ise kesinlikle filmin izleyicisini
acayip bir şekilde tatmin ediyor. Norton’un harika oyunculuğu ise onun bu
karakteri sadece canlandırmayıp adeta yaşadığına inandırıyor. Bunun dışında, filmin
malum sonu ile birlikte açıklanmak istenen gerçek şu: Bazen yapılan hatadan
ne kadar pişman olsak da bir noktadan sonra tam anlamıyla geri dönemeyiz. Derek’in
dövmelerine ilk önce gururla, daha sonra da pişmanlıkla bakması ve filmin
sonundaki malum sahne, bu düşüncenin en açık örnekleri. Ayrıca, filme adını
veren dersin ödevinin sonlarına doğru değinildiği gibi, şu cümleyi
unutmamalıyız: “Hayat, sürekli öfkeli olmak için çok kısa!”
Kaynak: 1.