3 Eylül 2018






Edward Norton'u Neo-Nazizm ve Irkçılığın Acı Gerçeğiyle Buluşturan Film

American History X (1998)






      
      Edward Norton, önüne gelen her büyük bütçeli senaryoya “evet” diyerek sürekli gündemde kalmaya çalışan bir aktör değil. Canlandıracağı roller konusunda oldukça seçici olan Amerikalı aktör, bu özenine paralel olarak da oynadığı birçok filmde yeteneğini adeta konuşturuyor. Aslında, bu muazzam oyunculuk yeteneği sayesinde Fight Club (1999) efsanesindeki rol arkadaşı Brad Pitt’in şu anki ününe kendisi de sahip olabilirdi. Ancak Norton, kariyeri için kendine özgü bir yol seçti. Mesela, 6 yılda 3 Wes Anderson filminde oynamasıyla da Bill Murray gibi onun kanatları altında yoluna devam ettiğini -kısmen- görebiliyoruz. Geç başladığı oyunculuk kariyerinde, ilk Oscar adaylığını aldığı Primal Fear (1996) ve Rounders (1998) ile kendini ispatlayan aktör, American History X (1998) ile birlikte de 29 yaşında o zamana kadarki kariyer zirvesine çıkmış oluyor. Özetle, Neo-Nazizm ideolojisinin etkisi altında kalan genç bir adamın hapisten çıktıktan sonra erkek kardeşi ve ailesi ile olan ilişkisini ele alan bu film, tek kelimeyle bir başyapıt.


            IMDB’nin En İyi 250 Film listesinin vazgeçilmezlerinden olan eser, gerçekten de ölmeden önce izlemeniz gereken sinema klasiklerinden biri. Bunun en önemli sebebi ise, filmin vermiş olduğu ırkçılığa karşı mesajının yanında, sahip olduğu bu derin fikri işleyiş tarzı. Film; konusu, oyunculukları, senaryosu, replikleri ve akıcı olay örgüsüyle dört dörtlük bir klasik. Bu nedenle de tekrar tekrar hiç sıkılmadan izleyebileceğiniz ve her izlediğinizde de ufkunuzu daha da genişleten bir eser. Özellikle, bu övgülerin önemli bir kısmını hak eden oyunculuklara değinmemiz gerekli: Norton, kendisine ikinci Oscar adaylığını getiren bu rolünde, gerek dövmesi ve saç tıraşıyla gerek de o acayip bakışlarıyla hafızanızdan hiç çıkmayacak bir karaktere imza atıyor. Onun yanında, Terminator 2’nun Edward Furlong’u başta olmak üzere, My Name Is Earl’ün Ethan Suplee’si ve Friends’de Monica ile Ross’un babası Elliott Gould, oldukça başarılı rollerdeler.


            (Spoiler)

            Daha çok müzik klipleri yöneten Tony Kaye’nin ilk uzun metrajlı eseri olan American History X, sanki usta bir yönetmenin elinden çıkmış gibi: Neo-Nazizm ve ırkçılığın acı gerçeğini yansıtan film, kendi içinde birçok etkileyici sahne barındırıyor. Özellikle, bu filmi izlemiş kimle konuşursanız konuşun bir süre sonra muhabbetin şu efsane kaldırım sahnesine bağlanmama ihtimali gerçekten düşük. Sahnenin odağındaki o hareket dışında ise Norton ve Furlong, bakışlarıyla öyle bir oynuyorlar ki sanki o anı yaşamışlar gibi! Bu an dışında tabii ki, gelmiş geçmiş en ırkçı basketbol sahnesi ve son dakikalardaki o malum sahne de hafızalardan kolay kolay çıkabilecek görüntüler değil. Ayrıca, akıcı bir anlatım üslubuna sahip yönetmen Kaye’nin flashback’lerde siyah-beyaz ekranı tercih etmesi ise hem izleyicinin olay örgüsünü rahat takip edebilmesini hem de filme ekstra bir sanatsallık katılmasını sağlıyor.


            Özel olarak filmde değinmek istediğimiz husus ise Norton’un canlandırdığı başkarakterimiz Derek’in kişiliğinin zaman içinde büyük bir evrim geçirmesi. Aynı zamanda hikayeyi anlatırken de filmin odağında olan bu konunun işlenişi, birbiriyle tamamen uyumlu olan birçok yapboz parçasının bir araya gelmesiyle ele alınıyor: Derek, aslında okul hayatı çok parlak olan zeki bir gençken, bir itfaiyeci olan babasının siyahiler tarafından öldürülmesiyle birlikte, sisteme karşı öfkeli birine dönüşüyor. Oturdukları bölgedeki Hitler fanatiği Cameron karakterinin, onu ve onun gibi birçok genci etkisi altına almasıyla da Derek, hayatındaki o eksik baba figürünü bu şekilde tamamlıyor. Sol göğsündeki Nazi sembolü başta olmak üzere o dönemin Almanya’sını sembolize eden irili ufaklı dövmelere ve Skinhead kültürünü ifade eden dazlak bir kafaya sahip faşist bir adama dönüşüyor. Aslında, bu karakterin, filmin başında siyahileri acımasızca ve hatta tutkulu bir şekilde öldürmesi de bu nedenle anlaşılabilir bir olay. Ancak, o hapse girdikten sonra ise her şey değişiyor.


            Bu noktada, karakterin geçirdiği olağanüstü bir evrimine tanık oluyoruz. İnandığı değerler uğruna gözünü kırpmadan “başka” ırktan insanları katledebilecek bir caniyken, hapishanede resmen hayata gözlerini yeniden açıyor: Oradaki Nazi sempatizanı arkadaş grubunun, farklı ırktan insanlarla el altından iş yapabildiğini (!) görüyor. Bunun yanında, orada bir siyahi suçluyla çamaşırhane sorumlusu olarak baş başa çalışmak zorunda kalıyor. Bu süreçte de aslında o adamın sadece bir televizyon çaldığı için tam 6 yıl süreyle cezalandırıldığını -yani yapılan adaletsizliği- görüyor. Oldukça da sempatik bir kişilik olan bu adam ile zamanla kaynaşmaları ise Derek’in bakış açısını değiştirmeye başlıyor. Bununla birlikte, malum duş sahnesi ile birlikte Derek, o Nazi grubundan cinsel saldırıya uğrayınca, bu faşist ideoloji ile olan ipleri tamamen kopuyor. Hapisten çıktığında ise artık “saçı olan” bir adama dönüşüyor ve bu metafor doğrultusunda da geçmişine sünger çekmeye karar veriyor.


            Değindiğimiz bu yapboz parçalarını bir araya gelince, Derek’in kişiliğindeki gelişime tanık olmamız sağlanıyor. Böylece karakterimiz de ırkçılığın bu acı gerçeğinin farkına varıyor. Bu gelişimin adım adım sağlanması ise kesinlikle filmin izleyicisini acayip bir şekilde tatmin ediyor. Norton’un harika oyunculuğu ise onun bu karakteri sadece canlandırmayıp adeta yaşadığına inandırıyor. Bunun dışında, filmin malum sonu ile birlikte açıklanmak istenen gerçek şu: Bazen yapılan hatadan ne kadar pişman olsak da bir noktadan sonra tam anlamıyla geri dönemeyiz. Derek’in dövmelerine ilk önce gururla, daha sonra da pişmanlıkla bakması ve filmin sonundaki malum sahne, bu düşüncenin en açık örnekleri. Ayrıca, filme adını veren dersin ödevinin sonlarına doğru değinildiği gibi, şu cümleyi unutmamalıyız: “Hayat, sürekli öfkeli olmak için çok kısa!”

Kaynak: 1.