3 Eylül 2018





Robin Williams'ın Hem Edebiyat Hem De Oyunculuk Dersi Verdiği Film

Dead Poets Society (1989)





       
     1989 yapımı bir Peter Weir filmi olan Dead Poets Society, sinema tarihinin en değerli eserlerinden biri. Hatta şu an sonlarda da olsa hala IMDB’nin Top 250 listesinde de yer alıyor. Ancak tabii ki eleştirilerin ve değerlendirmelerin, “etkileyicilik” kıstası karşısında bir önemi yok. Bu film ise insanı gerçekten derinden etkileyebilen bir eser. Google’a filmin orijinal adını değil de Ölü Ozanlar Derneği'ni yazdığınızda bile karşınıza sayfalarca makale ve yazı çıkabiliyor. Bunun en büyük sebebi ise eserin etkileyiciliğinin yanında bir de öğretici bir niteliğinin bulunması: Robin Williams önderliğindeki oyuncu kadrosu, zamanının En İyi Özgün Senaryo Oscar’ını almış bu muazzam öyküyü öyle bir oynuyor ki filmden kendine ufak da olsa bir hayat dersi çıkarmayan neredeyse yok. 2014 yazında intihar ederek maalesef aramızdan ayrılan Williams, bu 2 saatlik yolculukta bize hem edebiyat hem de oyunculuk dersi veriyor.




(Spoiler)

            Yatılı erkek okulundaki sıkı kuralların, öğrencileri adeta boğduğu ve ufuklarını körelttiği bir eğitim sisteminde okula yeni gelen bir edebiyat öğretmeninin öğrencilerine zamanla ilham kaynağı olmasına tanık oluyoruz. Gelenek, onur, disiplin ve mükemmellik mottosuyla yola çıkmış bu Welton Akademisi’nin aynı zamanda eski bir öğrencisi de olan Williams’ın karakteri Keating, öğrencilerinin şiire adeta aşık olmasını sağlıyor. Hatta bunun sayesinde de 17 yaşındaki öğrenciler, hayata daha umutlu ve özgür bir bakış açısıyla yaklaşıp değişmeye başlıyorlar. Ortaya da haliyle edebi değeri fazlasıyla yüksek replikler çıkıyor. Özellikle öğretmenimiz Williams’ın ağzından çıkan neredeyse her söz, birer kült repliğe dönüşüyor. Bu konuya şu incelememizde ise ayrı bir sayfa açmıştık.


            Filmin Tom Schulman tarafından yazılan bol ödüllü senaryosu, gerçekten de en önemli kozlarından biri. Bunun başlıca sebebi ise şimdilerde daha çok süper kahraman filmlerinde gördüğümüz o bol ana ve yardımcı karakterli, fazla detaylı iskeleti. Filmin esas yapısını üzerine oturttuğu tam 5 karakter var: Robin Williams’ın karakterinin ilham verici niteliği ve 4 öğrencisinin farkındalık düzeylerini kendi çaplarında artırmaları, tek tek harika bir biçimde işleniyor. Bu şekilde 4 farklı mini hikayenin de esas olay örgüsünün içinde işlenmesiyle birlikte izleyici de sıkılmadan büyük bir keyifle o dünyaya konuk oluyor. Hatta şunu da söyleyelim: Filmin başrolü olan Williams’ın aslında ekranda yer aldığı süre, gerçekten de o kadar da fazla değil. Buna rağmen, üstat o kadar doğal bir yeteneğe sahip ki içinde olduğu her sahnede sanki bir oyuncunun rol yapmasını değil de gerçek bir edebiyat öğretmenini izliyormuşsunuz hissi vermeyi başarıyor.


            Eseri izledikten sonra birçok sahne ve ufak tefek ayrıntılar akılda kalıyor: Carpe diem anlayışının benimsetilmesi genel olarak filmin ana teması. Bunun yanında, Williams’ın karakteri Keating’in alışılmış yollardan vazgeçerek öğrencilerini sınıf dışında birçok farklı mekanda eğitmesi de akıllara yerleşiyor. Ayrıca aşırı sıkı kurallar ve dayaklarla bezeli bir eğitim sisteminin bütün yanlışları da izleyiciye sunuluyor. Bununla birlikte, filmdeki zıt kutuplar ise esas anlatılmak istenileni bize daha kolay yoldan gösteriyor: Öğrencilerden birinin babasıyla mesleği ve geleceği hakkında ters düşmeleri buna bir örnek. Ayrıca, okula yeni gelen içedönük öğrencinin oda arkadaşının lider ruhlu ve konuşkan biri olması da öyle. Keating’in ders konularını işlerken realist akımı atlayıp romantik akıma ağırlık vermesi de başka bir karşıtlık örneği.


Yönetmen Weir’in bu filmden sonra The Truman Show (1998) klasiğiyle de başarmış olduğu izleyiciye bir şeyler katan, anlamlı film sıfatı, Dead Poets Society için daha önce bahsettiğimiz nedenlerle fazlasıyla söylenebilir. Üstelik bunun yanında, filmin sadece senaryosu ile kurgusu değil; Williams dışındaki oyunculuklara ve onların kırılma anlarına da ayrı bir değinmek gerekir: Öncelikle bu 4 karakterin içinde, daha sonra gelecekte büyük bir film yıldızı olacak tek isim olan Ethan Hawke, özellikle onun topluluk içinde konuşmaya çekinen (Todd) karakterine Keating’in de desteğiyle şiir yazdırdığı sahne ve karda ağlayarak yürüdüğü an gerçekten akıllara kazınmayı başarıyor. Daha sonraları -ironik bir şekilde- uzun yıllar House MD dizisinde bir doktoru oynayan Robert Sean Leonard ise bu filmde doktor olmak istemeyip aktörlük hayallerini kuran lider öğrenci (Neil) karakterinde çok başarılı. O malum sahnesinin yeri ise apayrı. Ayrıca, Gale Hansen’in canlandırdığı sempatik asi Dalton (yani Nuwanda) ve Josh Charles’ın hayat verdiği romantik Knox ise filmi inanılmaz zenginleştiren karakterler.


Özetle; Robin Williams’ın adeta oyunculuk dersi verdiği, replikleri ile kalbinize dokunan, senaryosu ile kendisini zevkle izleten, her şeyden de öte izleyicisini eğiten bir film bu. Uzun zaman önce izlediyseniz de en az 1 defa daha izlemeniz gereken bir hayat kılavuzu. O Captain! My Captain!

Kaynak: 1.