Robin Williams'ın Hem Edebiyat Hem De Oyunculuk Dersi Verdiği Film
Dead Poets Society (1989)
(Spoiler)
Yatılı erkek
okulundaki sıkı kuralların, öğrencileri adeta boğduğu ve ufuklarını körelttiği bir
eğitim sisteminde okula yeni gelen bir edebiyat öğretmeninin öğrencilerine
zamanla ilham kaynağı olmasına tanık oluyoruz. Gelenek, onur, disiplin ve
mükemmellik mottosuyla yola çıkmış bu Welton Akademisi’nin aynı zamanda eski
bir öğrencisi de olan Williams’ın karakteri Keating, öğrencilerinin şiire adeta
aşık olmasını sağlıyor. Hatta bunun sayesinde de 17 yaşındaki öğrenciler,
hayata daha umutlu ve özgür bir bakış açısıyla yaklaşıp değişmeye başlıyorlar. Ortaya
da haliyle edebi değeri fazlasıyla yüksek replikler çıkıyor. Özellikle öğretmenimiz
Williams’ın ağzından çıkan neredeyse her söz, birer kült repliğe dönüşüyor. Bu konuya
şu incelememizde ise ayrı bir sayfa açmıştık.
Filmin Tom
Schulman tarafından yazılan bol ödüllü senaryosu, gerçekten de en önemli
kozlarından biri. Bunun başlıca sebebi ise şimdilerde daha çok süper kahraman
filmlerinde gördüğümüz o bol ana ve yardımcı karakterli, fazla detaylı iskeleti.
Filmin esas yapısını üzerine oturttuğu tam 5 karakter var: Robin Williams’ın
karakterinin ilham verici niteliği ve 4 öğrencisinin farkındalık düzeylerini kendi
çaplarında artırmaları, tek tek harika bir biçimde işleniyor. Bu şekilde 4
farklı mini hikayenin de esas olay örgüsünün içinde işlenmesiyle birlikte
izleyici de sıkılmadan büyük bir keyifle o dünyaya konuk oluyor. Hatta şunu da
söyleyelim: Filmin başrolü olan Williams’ın aslında ekranda yer aldığı süre,
gerçekten de o kadar da fazla değil. Buna rağmen, üstat o kadar doğal bir
yeteneğe sahip ki içinde olduğu her sahnede sanki bir oyuncunun rol yapmasını
değil de gerçek bir edebiyat öğretmenini izliyormuşsunuz hissi vermeyi
başarıyor.
Eseri
izledikten sonra birçok sahne ve ufak tefek ayrıntılar akılda kalıyor: Carpe
diem anlayışının benimsetilmesi genel olarak filmin ana teması. Bunun yanında,
Williams’ın karakteri Keating’in alışılmış yollardan vazgeçerek öğrencilerini
sınıf dışında birçok farklı mekanda eğitmesi de akıllara yerleşiyor. Ayrıca
aşırı sıkı kurallar ve dayaklarla bezeli bir eğitim sisteminin bütün yanlışları
da izleyiciye sunuluyor. Bununla birlikte, filmdeki zıt kutuplar ise esas
anlatılmak istenileni bize daha kolay yoldan gösteriyor: Öğrencilerden birinin
babasıyla mesleği ve geleceği hakkında ters düşmeleri buna bir örnek. Ayrıca,
okula yeni gelen içedönük öğrencinin oda arkadaşının lider ruhlu ve konuşkan
biri olması da öyle. Keating’in ders konularını işlerken realist akımı atlayıp
romantik akıma ağırlık vermesi de başka bir karşıtlık örneği.
Yönetmen Weir’in bu filmden sonra
The Truman Show (1998) klasiğiyle de başarmış olduğu izleyiciye bir şeyler
katan, anlamlı film sıfatı, Dead Poets Society için daha önce bahsettiğimiz
nedenlerle fazlasıyla söylenebilir. Üstelik bunun yanında, filmin sadece
senaryosu ile kurgusu değil; Williams dışındaki oyunculuklara ve onların
kırılma anlarına da ayrı bir değinmek gerekir: Öncelikle bu 4 karakterin
içinde, daha sonra gelecekte büyük bir film yıldızı olacak tek isim olan Ethan
Hawke, özellikle onun topluluk içinde konuşmaya çekinen (Todd) karakterine Keating’in
de desteğiyle şiir yazdırdığı sahne ve karda ağlayarak yürüdüğü an gerçekten
akıllara kazınmayı başarıyor. Daha sonraları -ironik bir şekilde- uzun yıllar
House MD dizisinde bir doktoru oynayan Robert Sean Leonard ise bu filmde doktor
olmak istemeyip aktörlük hayallerini kuran lider öğrenci (Neil) karakterinde
çok başarılı. O malum sahnesinin yeri ise apayrı. Ayrıca, Gale Hansen’in
canlandırdığı sempatik asi Dalton (yani Nuwanda) ve Josh Charles’ın hayat verdiği
romantik Knox ise filmi inanılmaz zenginleştiren karakterler.
Özetle; Robin Williams’ın adeta
oyunculuk dersi verdiği, replikleri ile kalbinize dokunan, senaryosu ile
kendisini zevkle izleten, her şeyden de öte izleyicisini eğiten bir film bu. Uzun
zaman önce izlediyseniz de en az 1 defa daha izlemeniz gereken bir hayat kılavuzu.
O Captain! My Captain!
Kaynak: 1.