Frida Kahlo'nun Tablolarındaki Aşkın ve Hüznün Hikayesini Anlatan Film
Frida (2002)
Oyunculukların
sürüklediği bu film, Meksika insanının sıcakkanlılığını ve eğlenceli
karakterini de en doğal şekilde işlemeyi başarıyor. Özellikle Hayek, hem duygu
yoğunluğunun fazla olduğu hüzünlü sahnelerde, hem de aşkın ve başarının insana
tattırdığı o mutluğunu yansıtan sahnelerde harika bir iş çıkarıyor. Kendi
kariyerinin en değerli rolünün de Frida olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Bu
rol ile Oscar adaylığı alan Meksikalı oyuncu, filmin tanıtımlarında verdiği şu
röportajda da Kahlo’nun aslında onun kahramanlarından biri olduğunu belirtiyor.
Ayrıca karakterine ait şu çıkarımı da yapıyor: “Onda özgün olma cesareti vardı.”.
Bunun yanında, ilginç bir detay olarak şunu söyleyebiliriz ki Frida Kahlo’nun gerçek
hayattaki yeğeni, Hayek’in oyunculuğundan o kadar etkilenmiş ki ona Kahlo’nun
kolyelerinden birini hediye etmiş.
(Spoiler)
Yönetmenin,
senaristlerin de sayesinde Kahlo’nun “acı” hayatını şekillendiren birçok özel
hayat ve sağlık sorununu ele alma şekli ise gayet başarılı. Taymor; Frida’nın neredeyse
bütün kemiklerini kırmasına sebep olan araba kazasını, gençlik aşkının onu terk
edişini ve çocuğunu düşürmesini filmin başında çok akıcı bir anlatımla ifade
ediyor. Ardından, Frida’nın şahit olduğu zina anlarını, hatta kocasını
ablasıyla yakaladıktan sonra saçını kesişini, annesini kaybedişini, parmaklarını
/ bacağını kestirmesini ve bunun gibi talihsizlikleri ise yine fazlasıyla akılda
kalıcı bir biçimde işliyor. Bu tarz olayların bol olması sayesinde ise ortaya kültleşmeye
aday birçok sahne çıkıyor: Örneğin, şu yüzleşme sahnesinde Frida’nın Diego’ya “Sen
benim yoldaşım, en iyi arkadaşım ve sanat ortağım oldun; ama asla kocam olamadın.”
repliği gerçekten etkileyici. Ayrıca, şuradaki dans sahnesi de kolay kolay hafızalardan
çıkmayacak bir estetikte işlenmiş.
Filmin olay
örgüsü ve kurgusunun dışında, birçok akılda kalıcı özellikleri var: Öncelikle
renkler ve makyajlar gerçekten olağanüstü. İmaj hususunda, efsane bir ressamın hayatına
yakışır bir biçimde çalışılmış. Hatta, bu çalışma En İyi Makyaj Oscar Ödülü
heykelciğiyle de taçlanmış. Bunun yanında, müzikler ise ayrı bir güzellik. Bu
filmden 5 yıl sonra bir The Beatles müzikali olan Across the Universe (2007)
harikasını da yöneten Julie Taymor, Frida’yı da izleyicisinin kulaklarına ilaç
gibi gelen müziklerle donatıyor. Elliot Goldenthal imzalı soundtrack albümü, özellikle
Meksika kültürünün vazgeçilmezi olan klasik gitarlarla bezeli eserleriyle
kalplerimizi kolayca kazanmayı biliyor. Ayrıca bu albümün de Oscar sahibi
olduğunu belirtelim. Bunların yanında filmde kısa kısa kullanılan animasyonlar
da özellikle daha önce değindiğimiz akıcılığı besler nitelikte unsurlar. Örneğin,
Diego’nun King Kong’a benzetilip Empire State’e çıktığı ve düştüğü sahneler oldukça
yaratıcı.
Frida’yı bu
kadar övmemize rağmen, filmin içinde ifade edilmesi gereken birkaç ufak sıkıntı
var: Öncelikle, Kahlo’nun özel hayatına gerçekten de acayip yoğun derecede
odaklanılmış. Bu özgün ressamın tekniği ve resimlerinde oluşturmak istediği hissiyat
açısından daha fazla bilgi verilebilmesi gerekirdi. Ancak tabii ki, onun özel
hayatını bilmenin tablolarına etkisi açısından ne kadar değerli olduğunu da
daha önce bahsetmiştik; yine de keşke bu kadar yoğun işlenmeseydi. Bir başka
konu ise filmde Diego Rivera’nın kişisel ve mesleki hayatının fazla ele
alınması: Filmin bir bölümü tamamen Rivera’yı anlatıyor. Bu da elbette elzem bir
konu; ancak daha sade bir anlatım kullanılabilirdi. Bu ufak sıkıntılara ek
olarak şunu da söyleyebiliriz: Sahneler arası geçişler, bazen gerçekten çok
hızlı ve düzensiz. Konudan konuya birden atlanmasıyla birlikte kurguda
kopukluklar olabiliyor. Yine de filmin 2 saatlik süresi ele alındığında, daha
da uzatılmaması için tercih edilmiş bir yol olarak da görülebilir bu.
“Uçabilecek kanatlarım varken
neden ayaklarıma ihtiyaç duyayım ki?” sözünü, bu değerli ressamın çizim defterinde
gördüğümüzde tekrar hatırlıyoruz ki o, gerçekten de birçok acıya göğüs
gerebilmiş bir sanatçı. Sürüyle yaşadığı talihsizliğe rağmen umudunu hiç kaybetmemesi
ve yaşama bir şekilde tutunması ise onun en büyük gücü. Filmin sonlarındaki şu
sahne ise aslında adeta bunu özetliyor. Yaşadığı acılardan beslenip bunları
birbirinden özel sanat eserlerine dönüştürmesi ise tarif edilemez bir başarı.
Özellikle kaşlarının da ön plana çıktığı otoportreleri çizmesi ise eserlerini
daha da kişisel bir hale getiriyor şüphesiz. Frida filmi ise onun
tablolarındaki aşkın ve hüznün hikayesini en doğal şekilde izleyicilerle
buluşturmayı başarıyor!