Caz Tarihinin En Fazla Satan Kusursuz Eseri
Miles Davis- Kind of Blue
10/10
“Benim geleceğim her sabah uyandığımda başlıyor. Her gün
hayatımla ilgili yaratıcı bir şeyler buluyorum.”
Caz müziğin yaratıcılığının
sınırlarını adeta kendi elleriyle çizmiş bir müzisyen olan Miles Davis, bu
nedenle de gelmiş geçmiş en değerli sanatçılardan biri. Duygu yüklü trompeti ve
unutulmayan besteleriyle caz denildiğinde akıllara gelen ilk isimlerden olan
Davis, Birth of the Cool (1957), Sketches of Spain (1960), Bitches Brew (1969)
ve In a Silent Way (1969) gibi birçok ölümsüz caz eseri yarattı.
Cool, modal ve fusion başta olmak
üzere çeşitli caz dallarında döneminin hitlerini üretmiş olan Davis, “müziğinin
sınırlarını genişletip kendini geliştirmek” dediğimizde ise belki de muadili
bütün caz müzisyenlerinden daha üst bir noktadaydı. Sanatını aşıladığı müzikseverlere
ve eleştirmenlere göre ise en yüce başyapıtını 1959 yılında yayımladı: Kind of
Blue!
Bu albümü diğer Davis eserlerine
göre çok farklı yerlerde tutan birçok unsur var: Öncelikle, eser ilk çıktığı
zaman, daha sonra bu albüm ile özdeşleşecek Modal Jazz’ın değerinin tam olarak
anlaşılamaması çok ilginç bir durumdu. Kind of Blue, ilk çıktığı dönem aşırı
bir satış rakamına ulaşamasa da zaman içinde albümün gerçek değeri anlaşıldı ve
bu anlayış çığ gibi büyüdü.
Peki sonuçta bu çığ nasıl bir hal
aldı? Kind of Blue, an itibariyle 4 milyonun üzerinde bir rakam ile caz müzik
tarihinin en fazla satan albümü. Tıpkı Avengers’ın War Machine’i Don Cheadle’ın
Davis’e başarıyla hayat verdiği ve yazıp-yönettiği film olan Miles Ahead (2015)
isimli eserdeki replikteki gibi: “Bu albüm 1000 yıl sonra bile bir başyapıt
olacak!”
Rolling Stone’un Gelmiş Geçmiş En İyi 500 Albüm listesinde 12. sırayı almış olan albüm, müzik tarihinin en
ilham verici eserlerinden biri olmasını birçok niteliğine borçlu: İlk olarak,
parçaların bestelerindeki tekniğin ve duygunun en üst düzeyde olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha sonra ise, parçaları bu düzeye çıkaran
müzisyenler hakkında konuşmamız gerek; çünkü günümüzün deyimiyle, kadro adeta
“Şampiyonlar Ligi”!
Trompet ve grup liderliğindeki
Davis’e eşlik eden isimlerden ilki, hiç şüphesiz ki tarihin en önemli
saksafoncularından biri olan John Coltrane. Caz müzikte saksafon denildiğinde
akıllara gelen ilk isimlerden olan sanatçı, Davis tarafından keşfedildiği için
bu noktalara gelebildi. Daha sonra ise kendi ismiyle çıkardığı eserleriyle ününü
tüm dünyaya yaydı.
Coltrane’in tenor saksafonunun
yanında, alto saksafonda yer alan Cannonball Adderley, basta Paul Chambers,
davulda Jimmy Cobb ve diğer piyanist Wynton Kelly de döneminin en özel müzisyenleri
arasındaydı.
Albümün esas piyanisti Bill Evans
ise döneminin en özgür ve empresyonist tarzda işler üreten müzisyenlerinden
biri olmakla birlikte, daha önce çalışmış olduğu Chet Baker ve George Russell
ile kendini fazlasıyla geliştirmiş bir sanatçıydı. Davis’in müziğinin
evrimleşmesinde büyük bir rol oynayan piyanist, George Russell’ın Lydian
Chromatic Concept of Tonal Organization (1953) isimli teori kitabının da
etkisiyle Davis ile birlikte Modal Jazz’ı inşa eden sanatçılardan biri oldu.
Albümün açılışını yapan So What, Modal
Jazz’ın adeta tanımı gibi bir eser: Bu akımı basitçe özetlemek gerekirse Modal
Jazz, akor değişimlerini değil de modlara göre müziği amaçlayan; arka planda
basit ve standart bir melodi üzerine yapılan emprovize solo anlayışını benimseyen
bir caz türü. Modal’ın en önemli örneği olarak kabul edilen bu şarkı ise hem
tarzın hissettirmek istediği o “sınırsızlığı” en doğru şekilde yansıtan eser
oluyor hem de 9 dakika 23 saniyelik süresini adeta 3 dakikaymış gibi yaşatan o “akıcılığı”
temsil ediyor.
Şarkı, caz literatürüne So What Akoru diye bir akoru bile kazandırmış bir nitelik seviyesinde ilham verici bir
iş. Albümün genelindeki çoğu parçada olduğu gibi ise burada da kısmen bir
formül mevcut:
1.Akılda kalıcı ve basit melodili bir intro
2.Trompet solosu
3. Saksafon soloları
4. Intro’ya geri dönen bir outro
Söz konusu parçada ise resmen
“Sooo What!” diye şarkı söyleten caz müziğin en meşhur introlarından biri olan
o piyano-bas introsunun bestecisi, piyanist Gil Evans. Bu muazzam introdan
sonraki 1:32’deki ikonik zil sesinden sonra ise Davis, dinleyenlerini
büyülemeye başlıyor. Ardından gelen saksafon sololarının da tamamlayıcılığı ile
birlikte enerjisinin doruk noktasına ulaşan şarkı, en sonunda ise tekrar o
meşhur girişine dönüyor ve kapanışını kusursuzlaştırıyor. Parçanın isminin ise
aktör Dennis Hopper’ın Davis ile olan entelektüel konuşmalarında sürekli
tekrarladığı “So What” serzenişinden geldiği kabul ediliyor.
Devamında gelen parça olan Freddie Freeloader’ın akılda kalıcılığı ise haliyle So What’tan biraz daha az. Ancak yine
Davis ve arkadaşları acayip tatlı bir işe imza atıyorlar. Süresi 10 dakikaya
yaklaşan şarkıda ilk parçaya göre daha naif bir intro sonrasındaki aynı
formülle birlikte grup üyelerinin yetenekleri sergileniyor. Freddie’yi tek
başına bir caz hiti olarak görmektense devamında gelen o olağanüstü şarkıya uygun
bir geçiş parçası olarak değerlendirebiliriz.
Albümün belki de gözbebeği olan o
şarkı Blue in Green, gerçekten de caz müziğin zirve noktalarından biri. Kind of
Blue’da Cannonball Adderley’nin çalmadığı tek eser olan şarkı, böylelikle de
Coltrane’in solosuyla kendini tamamen gösterdiği ve belki de kısmen Davis’in
önüne geçtiği eser oluyor.
Şarkı, adını da adeta yansıtan bir
iş: Mecazi anlamlarına göre değerlendirdiğimizde, Blue (hüzün) ve Green (doğa)
kelimeleri, melodilere aktarılmış hissiyatını veriyor. Eser, sololarının
etkisiyle albümün temposunu usulca düşürüyor ve aynı zamanda da dinleyicisini garip
bir hüzne boğuyor. Bill Evans ise piyanosuyla adeta sürekli bir “arka plan
solosu” icra ediyor.
All Blues ise adı üstünde blues
müziğin akorlarıyla temellendirilmiş bir şarkı. Blues’un en popüler akor
sistemlerinden olan 12 Bar Blues ile inşa edilen eser, uzun uzun sololarıyla
birlikte dinleyicisini adeta alıp uzaklara götürmeyi başarıyor. Albümün en
“yoğun” işi olarak nitelenebilecek olan parça, özellikle düzenlemeleri ve
melodi arası geçişleriyle grubun en özenli şarkılarından biri. Özellikle sololar
outro’ya bağlanırken bunu kesinlikle hissedebiliyorsunuz.
Flamenco Sketches, uzun uzun ve
ağır nota basışlarıyla birlikte albümün sonunun geldiğini daha ilk
saniyelerinde belli ediyor. Albümün geri kalanına göre daha ağır bir tempoya
sahip olan şarkı, tıpkı Blue in Green’de duygulandığımız gibi bizi yine darmadağın
ediyor. Böylece bu caz klasiği albümün kapanışı için de kesinlikle olağanüstü
bir tercih oluyor. Aynı zamanda da bu şarkı ile, Davis’in 1 yıl sonraki
güzelliği olan Sketches of Spain (1960) albümüne de ismiyle ilham olarak anlamlı
bir geçiş yapılıyor.
Kind of Blue ise her şeyiyle,
cazın en özel albümlerinden biri olarak kalplerimizde yer alacak. Eğer caz
müzik ile pek tanışmadıysanız bu anlamda tam bir Caz’a Giriş 101 albümü bu,
eğer komple bir caz aşığı iseniz de tekrar tekrar hiç bıkmadan
dinleyebileceğiniz bir başucu eseri! Adeta bir çeşit hüzün!