29 Mayıs 2019



Hugh Jackman'dan Kalplerimize Dokunan Bir Veda

Logan (2017)



Kaynak: Wannart



Charles Xavier: "Biliyorsun Logan... Hayat aslında böyle bir şey. Kendine ait bir ev, içinde birbirini seven insanlar, güvenli bir yer. Sen de buna biraz zaman ayırmalı ve bunu hissetmelisin."


17 yıl ve 9 film! Hugh Jackman, X-Men ekibinin vazgeçilmezi Wolverine karakterine tam 17 yıl ve 9 film boyunca hayat vermiş. Avustralyalı aktör, bu karakteri ilk kez canlandırdığı 2000 yılındaki X-Men filminden önceki kariyerinde çoğunlukla Avustralya yapımlarında rol almıştı. Bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliriz ki Hugh Jackman’ı Hugh Jackman yapan bu roldür! Sırf bu sebeple bile Wolverine / Logan / James Howlett, adını ne koyarsanız koyun, bu karakteri son defa canlandırdığı film, tek kelimeyle çok özel.


Logan (2017), Jackman’ın ve aynı zamanda Charles Xavier’a hayat veren Sir Patrick Stewart’ın da veda filmi. Canlandırdıkları bu roller sayesinde Guinness World Records’a bile giren ikili, bu filmde öyle performanslar sergiliyorlar ki bir süper kahraman filmi izlediğimizi unutup onları bir ağabey ya da bir baba gibi bağrımıza basıyoruz. Filme dair en değerli nitelik de aslında bu: İlk saniyesinden son anına kadar duygusal bir distopik süper kahraman eseri.


Film, 2029 yılında mutantların neslinin neredeyse tükendiği distopik bir gelecekte geçiyor. Özetle, yaşlanıp kendine yeni bir hayat kurmuş Wolverine ile ağır bir hastalığa yakalanmış Profesör X’in, yeni bir mutant ile yollarının kesişmesini konu alıyor.

(SPOILER)

Filmi ayrıntılı incelemeye geçtiğimizde, Marvel filmlerinin çoğunun genellikle aksiyon bazlı olan yapısına nazaran Logan’da oyunculukların daha çok ön plana çıktığını görüyoruz: Hugh Jackman, geçmişi sırlarla dolu alkolik bir limuzin şoförünü canlandırırken bu karakterini filmin hemen başında bile izleyiciye kabul ettirmeyi başarıyor. Özellikle, (diğer X-Men ve Standalone Wolverine filmlerine göre) unutulmayacak birçok monoloğa sahip. Mesela Laura ile olan şu anı nasıl unutacağız ki:

“Değer verdiğim herkesin başına kötü şeyler geliyor!”
“O zaman bana bir şey olmaz.”


Bunun yanında, aslında genel olarak da söyleyebiliriz ki Logan ile Laura’nın diyaloglarının neredeyse hepsi o kadar gerçekçi ve samimiydi ki Jackman’ın bu anlardaki oyunculuğu, klasik bir süper kahraman filmi mentalitesinin çok üzerinde (bkz. Logan’ın son anlarını yaşadığı sahne).

Aynı zamanda ilginç bir bilgi: Hugh Jackman, Wolverine’in üstsüz sahneleri için çekimlerden önceki 2 gün hiçbir şey içmemiş; bu dehidrasyon sonucu ortaya sağlam bir görüntü çıksa da aktör, bu yöntemin tehlikeli olduğunu ve evde denenmemesi gerektiğini ifade etmiş. Bu arada, Les Misérables (2012) filmindeki mahkum Jean Valjean’ı canlandırırken de aynı metodu uygulamış.

Patrick Stewart ise 1 yıl önce geçirdiği nöbet sonrası bütün X-Men’i (maalesef) katletmiş ve travma üstüne travma atlatmış hasta Profesör X’i canlandırırken muazzam bir performans sergiliyor. Ayrıca, karakterinin aşırı bitkin ve hasta gözükmesi için ise neredeyse 10 kilo vermiş. Bunun yanında, Laura ile birlikte otelde Shane (1953) filmini izledikleri sahnenin tamamında ise doğaçlama yapmış; çünkü bu film, onun küçükken gerçek hayatta da sinema salonunda izlemiş olduğu ilk eserlerden biriymiş.


Hakkında resmen ayrı bir yazı yazmamız gereken karaktere gelelim: Laura’yı oynayan Dafne Keen, kesinlikle filmin en değerli parçalarından biri. Her şeyden önce Hollywood, bu film ile birlikte inanılmaz yetenekli bir genç aktrisi kazandı. Yarı İspanyol yarı İngiliz olan Keen’in göstermiş olduğu oyunculuk yeteneği sayesinde, filmin adının Logan değil de Logan & Laura olmasına bile açıkçası şaşırmazdık.

Laura, filmden akılda kalan birçok sahnenin başrolünde yer alıyor: Askere kafa atıp neredeyse koca bir orduyu “doğradığı” sahne, ellerinin yanı sıra ayaklarından da çıkan pençelerle dehşet saçtığı an ve neredeyse her aksiyon sahnesini süsleyen o çığlıkları gerçekten etkileyici.

Üstelik, karakter neredeyse film boyunca hiç konuşmamasına rağmen, konuştuğu ilk anda da izleyiciyi adeta büyüleyen bir İspanyolca ile öfkesini yansıtması kesinlikle unutulmazdı. Aslında ilginç olan da bu sahnenin tamamen doğaçlama olması! Keen, denemelerde doğaçlama yapmak istemiş ve yönetmen James Mangold ise bunu kabul edip acayip bir İspanyolca’ya tanık olduktan sonra filme daha sonradan bu kısmı eklemiş. Bu arada filmin yapımcısı 20th Century Fox’un paylaştığı o söz konusu deneme çekimlerine biz de şahit olabiliyoruz. Aynı zamanda filmi tekrar izlemek isteyenler de siyah-beyaz versiyonu olan Logan Noir’a da göz atabilir.


Genel olarak film, “+15” yaş sınırı sayesinde Marvel filmlerinin çoğunda rahatça tanık olamadığımız kanlı ve küfürlü sahneleriyle gerçekçiliğin dozajını birkaç tık daha da artırıyor. Bu faktörlerin yanında, hem senaryonun kısmen Mark Millar imzalı Old Man Logan’ından alınmasıyla hem de 3 başrol oyuncusunun olağanüstü performansıyla acayip akıcı ve (olabildiğince) gerçekçi bir hikayeyi bizlerle buluşturuyor.

Filmin ufak tefek negatif tarafları da yok değil: Özellikle, karakterlerimizin siyahi bir ailenin evine konuk oldukları o sahneler, eserin kurgusunda net bir şekilde tempo sorunu ortaya çıkarıyor. Ancak hem X-24 sürprizinin sürpriz olarak kalabilmesi hem de filmin o malum son sahnesinin “aile ve sevgi” mesajıyla daha da anlam kazanabilmesi için söz konusu sahneler kısmen gerekliydi. Ayrıca, Narcos’dan tanıdığımız Boyd Holbrook ise “filmin ilk kötüsü” rolünde hiç de fena olmayan bir performans sergilese de yer aldığı süre ve bir türlü ölmemesi anlamlı değildi. Sonuç olarak, 2 saat 17 dakikalık bu eserin süresi, hikayenin sürükleyiciliği adında biraz daha kırpılabilirdi.


Eserin 90. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uyarlama Senaryo dalındaki adaylığı sayesinde, ilk defa bir Marvel filmi Oscar’lara “Senaryo” dalında aday olmuştu. Bunun yanı sıra, çoğu X-Men filmine göre eleştirmenlerin çoğundan olumlu yorumlar alan film, Hugh Jackman ile Patrick Stewart’a da yakışır bir şekilde “jübile”lerini yaptırıyor.

Laura’nın mezardaki haç işaretini çevirip “X” yapması ise o anın kalplerimize dokunup hayatımız boyunca hatırlayacağımız bir veda olmasını sağlıyor. Marco Beltrami’nin duygu dolu soundtrack’i eşliğinde uğurluyoruz sizi! Teşekkürler Sir Patrick Stewart ve tabii ki teşekkürler Hugh Jackman!


 Kaynak:1.