Hugh Jackman'dan Kalplerimize Dokunan Bir Veda
Logan (2017)
Kaynak: Wannart
Charles Xavier: "Biliyorsun
Logan... Hayat aslında böyle bir şey. Kendine ait bir ev, içinde birbirini
seven insanlar, güvenli bir yer. Sen de buna biraz zaman ayırmalı ve bunu
hissetmelisin."
Logan (2017), Jackman’ın ve aynı
zamanda Charles Xavier’a hayat veren Sir Patrick Stewart’ın da veda filmi.
Canlandırdıkları bu roller sayesinde Guinness World Records’a bile giren ikili,
bu filmde öyle performanslar sergiliyorlar ki bir süper kahraman filmi
izlediğimizi unutup onları bir ağabey ya da bir baba gibi bağrımıza basıyoruz.
Filme dair en değerli nitelik de aslında bu: İlk saniyesinden son anına kadar duygusal bir distopik süper kahraman eseri.
Film, 2029 yılında mutantların
neslinin neredeyse tükendiği distopik bir gelecekte geçiyor. Özetle, yaşlanıp
kendine yeni bir hayat kurmuş Wolverine ile ağır bir hastalığa yakalanmış Profesör
X’in, yeni bir mutant ile yollarının kesişmesini konu alıyor.
(SPOILER)
Filmi ayrıntılı incelemeye
geçtiğimizde, Marvel filmlerinin çoğunun genellikle aksiyon bazlı olan yapısına
nazaran Logan’da oyunculukların daha çok ön plana çıktığını görüyoruz: Hugh Jackman,
geçmişi sırlarla dolu alkolik bir limuzin şoförünü canlandırırken bu
karakterini filmin hemen başında bile izleyiciye kabul ettirmeyi başarıyor. Özellikle,
(diğer X-Men ve Standalone Wolverine filmlerine göre) unutulmayacak birçok
monoloğa sahip. Mesela Laura ile olan şu anı nasıl unutacağız ki:
“Değer verdiğim herkesin başına kötü şeyler geliyor!”
“O zaman bana bir şey olmaz.”
Bunun yanında, aslında genel
olarak da söyleyebiliriz ki Logan ile Laura’nın diyaloglarının neredeyse hepsi o
kadar gerçekçi ve samimiydi ki Jackman’ın bu anlardaki oyunculuğu, klasik bir
süper kahraman filmi mentalitesinin çok üzerinde (bkz. Logan’ın son anlarını
yaşadığı sahne).
Aynı zamanda ilginç bir bilgi:
Hugh Jackman, Wolverine’in üstsüz sahneleri için çekimlerden önceki 2 gün hiçbir şey içmemiş; bu dehidrasyon sonucu ortaya sağlam bir görüntü çıksa da aktör, bu
yöntemin tehlikeli olduğunu ve evde denenmemesi gerektiğini ifade etmiş.
Bu arada, Les Misérables (2012) filmindeki mahkum Jean Valjean’ı
canlandırırken de aynı metodu uygulamış.
Patrick Stewart ise 1 yıl önce geçirdiği
nöbet sonrası bütün X-Men’i (maalesef) katletmiş ve travma üstüne travma
atlatmış hasta Profesör X’i canlandırırken muazzam bir performans sergiliyor. Ayrıca,
karakterinin aşırı bitkin ve hasta gözükmesi için ise neredeyse 10 kilo vermiş.
Bunun yanında, Laura ile birlikte otelde Shane (1953) filmini izledikleri
sahnenin tamamında ise doğaçlama yapmış; çünkü bu film, onun küçükken gerçek
hayatta da sinema salonunda izlemiş olduğu ilk eserlerden biriymiş.
Hakkında resmen ayrı bir yazı
yazmamız gereken karaktere gelelim: Laura’yı oynayan Dafne Keen, kesinlikle
filmin en değerli parçalarından biri. Her şeyden önce Hollywood, bu film ile
birlikte inanılmaz yetenekli bir genç aktrisi kazandı. Yarı İspanyol yarı
İngiliz olan Keen’in göstermiş olduğu oyunculuk yeteneği sayesinde, filmin adının
Logan değil de Logan & Laura olmasına bile açıkçası şaşırmazdık.
Laura, filmden akılda kalan
birçok sahnenin başrolünde yer alıyor: Askere kafa atıp neredeyse koca bir
orduyu “doğradığı” sahne, ellerinin yanı sıra ayaklarından da çıkan pençelerle dehşet
saçtığı an ve neredeyse her aksiyon sahnesini süsleyen o çığlıkları gerçekten
etkileyici.
Üstelik, karakter neredeyse film
boyunca hiç konuşmamasına rağmen, konuştuğu ilk anda da izleyiciyi adeta
büyüleyen bir İspanyolca ile öfkesini yansıtması kesinlikle unutulmazdı. Aslında
ilginç olan da bu sahnenin tamamen doğaçlama olması! Keen, denemelerde doğaçlama
yapmak istemiş ve yönetmen James Mangold ise bunu kabul edip acayip bir
İspanyolca’ya tanık olduktan sonra filme daha sonradan bu kısmı eklemiş. Bu
arada filmin yapımcısı 20th Century Fox’un paylaştığı o söz konusu deneme
çekimlerine biz de şahit olabiliyoruz. Aynı zamanda filmi tekrar izlemek
isteyenler de siyah-beyaz versiyonu olan Logan Noir’a da göz atabilir.
Genel olarak film, “+15” yaş
sınırı sayesinde Marvel filmlerinin çoğunda rahatça tanık olamadığımız kanlı ve
küfürlü sahneleriyle gerçekçiliğin dozajını birkaç tık daha da artırıyor. Bu
faktörlerin yanında, hem senaryonun kısmen Mark Millar imzalı Old Man Logan’ından
alınmasıyla hem de 3 başrol oyuncusunun olağanüstü performansıyla acayip akıcı
ve (olabildiğince) gerçekçi bir hikayeyi bizlerle buluşturuyor.
Filmin ufak tefek negatif
tarafları da yok değil: Özellikle, karakterlerimizin siyahi bir ailenin evine
konuk oldukları o sahneler, eserin kurgusunda net bir şekilde tempo sorunu
ortaya çıkarıyor. Ancak hem X-24 sürprizinin sürpriz olarak kalabilmesi hem de
filmin o malum son sahnesinin “aile ve sevgi” mesajıyla daha da anlam kazanabilmesi
için söz konusu sahneler kısmen gerekliydi. Ayrıca, Narcos’dan tanıdığımız Boyd
Holbrook ise “filmin ilk kötüsü” rolünde hiç de fena olmayan bir performans
sergilese de yer aldığı süre ve bir türlü ölmemesi anlamlı değildi. Sonuç
olarak, 2 saat 17 dakikalık bu eserin süresi, hikayenin sürükleyiciliği adında biraz
daha kırpılabilirdi.
Eserin 90. Akademi Ödülleri’nde En
İyi Uyarlama Senaryo dalındaki adaylığı sayesinde, ilk defa bir Marvel filmi Oscar’lara
“Senaryo” dalında aday olmuştu. Bunun yanı sıra, çoğu X-Men filmine göre
eleştirmenlerin çoğundan olumlu yorumlar alan film, Hugh Jackman ile Patrick
Stewart’a da yakışır bir şekilde “jübile”lerini yaptırıyor.
Laura’nın mezardaki haç işaretini
çevirip “X” yapması ise o anın kalplerimize dokunup hayatımız boyunca
hatırlayacağımız bir veda olmasını sağlıyor. Marco Beltrami’nin duygu dolu soundtrack’i
eşliğinde uğurluyoruz sizi! Teşekkürler Sir Patrick Stewart ve tabii ki teşekkürler Hugh
Jackman!