Psikolojinizi Altüst Eden Dahiyane Bir Başyapıt
The Shining (1980)
Kaynak: Wannart
Wendy: Benden uzak dur!
Jack: Wendy? Sevgilim? Hayatımın ışığı. Seni incitmeyeceğim.
Cümlemi bitirmeme izin vermedin. Seni incitmeyeceğim dedim; sadece beynini
dağıtacağım!
Kısaca film,
kışın ortasında bir zamanda dağın başında bulunan kapalı bir otele yazı yazmak
için giden yazar Jack (Jack Nicholson) ve ailesinin psikolojik durumlarını, insanüstü
güçlerle harmanlayarak izleyiciye sunan bir eser. Başından sona kadar ise sürekli
bir şekilde insanı geren ve (iyi anlamda) rahatsız eden bu başyapıt, psikolojinizi
resmen altüst ediyor.
Filmin her
detayını övmeye başlasak bu yazıyı adeta bir tez yazar gibi kapsamlı ve şoke
edici detaylara sahip 2000 kelimelik bir makaleye dönüştürebiliriz (bkz.
Google). Ancak bizim bu eser hakkında dikkat çekmek istediğimiz sadece birkaç belli
başlı nokta bulunuyor:
(SPOILER)
Öncelikle,
en önemli noktanın Kubrick’in yönetmenlik sanatı olduğu konusunda hiçbir
şüphemiz yok. Sinematografik açıdan konuşmak gerekirse, önceki filmlerinde de
birlikte çalışmış olduğu görüntü yönetmeni John Alcott’un da muazzam estetik
anlayışı sayesinde bu film, tek kelimeyle olağanüstü. One Point Perspective simetri
anlayışının -çoğu Kubrick filmindeki gibi- kusursuzluğu ile karşı karşıyayız. Filmin
kesinlikle her saniyesi ustaca çekilmiş bir fotoğraf karesi niteliğinde. Bu
arada Arctic Monkeys’in buna gönderme yapan güzelliğine de bir uğrayabilirsiniz.
Bunun
yanında, biraz daha Kubrick övelim: Aslında birazdan film hakkında üzerinde
duracağımız noktalar hakkında konuya iki farklı taraftan da bakabilirsiniz;
çünkü yönetmen, kullandığı çekim zamanını (18 aylık bir süre ile) biraz
abartmasıyla ve aynı sahneleri (50-60’a varan sayıda) defalarca
tekrarlatmasıyla film ekibi için sınırları oldukça zorlamış. Bu durum için “Sinema
için değer!” de diyebilirsiniz; diğer taraftan “İnsanlık dışı!” olduğunu da
savunabilirsiniz.
Örneğin, The
Shining dendiğinde çoğu kişinin aklına ilk gelen sahne olan Here’s Johnny bölümü,
Jack’in eşini -acayip başarılı bir şekilde- oynayan Shelley Duvall’ın açıklamalarına
göre tam 3 günde çekilmiş ve sırf bu sahne için tam 60 tane kapı
kullanılmış! Nicholson da daha önceden gönüllü itfaiyecilik yapmış olduğu için
baltayı oldukça kolay kullanabildiği için ona kapı dayanmamış.
Bu sahnenin yanında, Jack’in eşi
Wendy’i kovalamaya başladığı o malum merdiven sahnesinde ise Nicholson,
merdivenlerden gerçekten de kendisi -birçok defa- yuvarlanmış! Kubrick’in
istemiyle burada dublör kullanılmayan sahnede aynı zamanda Wendy’nin kendisini
burada beyzbol sopasıyla korumaya çalıştığı an ise yine 35-40 defa çekilmiş.
Hatta bu zor çalışma şartlarının Shelley
Duvall’ın gerçekten de psikolojisini bozduğu birçok kaynakta mevcut. Ayrıca
Kubrick’in, Nicholson’a 2 hafta boyunca yemek için sadece peynirli sandviç vermesi
ise ayrı bir psikolojik travma yaratmış; çünkü usta oyuncu, bu sandviçten nefret
ediyormuş.
Aslında yönetmenin sandviç
taktiği ve buna benzer uygulamaları başarı olmuş gözüküyor; çünkü Nicholson, öyle
bir oynamış ki resmen cinnet geçiriyor: Kendine has o gülüşü ve kaşlarının ön
planda olduğu o mimikleri sayesinde daha hikayenin en başında bile (örneğin, işi
kabul ettiği sahnede) delireceğinin sinyallerini veriyor. Shelley Duvall ise kendi
kocasından ölesiye korktuğunu acayip etkileyici bir şekilde izleyenlere
yansıtıyor. Oğullarını oynayan Danny Lloyd da hem çok küçük yaşta olduğu hem de
ilk aktörlük deneyimi olduğu için Kubrick, ona bir korku filmi içinde olduğunu
söylememiş. Bir dram filminde oynadığını düşünen Lloyd, yıllar sonra gerçeği
anlamış. Aktörün ilk ve son (!) oyunculuk deneyiminin The Shining olması ise bu
sebebe bağlanabilir.
Hikaye anlamında ise King’in romanının
derinliğinde olmadığı aşikar olan film, aslında bu eksiğini de izleyiciye hiç hissettirmiyor:
Mükemmel yönetmenlik ve oyunculuklar dışında, filmde kullanılan bol detaylı çekim
teknikleri, bunların iniş-çıkışları bol gerilim müzikleriyle birleşmesi ve özellikle
estetik olarak da renk-simetri kullanımının en üst düzeyde sunulmasıyla birlikte
göze hitabet konusunda adeta ders vermesi, filmin en değerli nitelikleri
arasında.
Kubrick’in Stephen King’in bu romanını
alıp kendine özgü bir sanat eserine dönüştürmesi ise King’in hiç hoşuna
gitmemiş, hatta farklılıklar yüzünden filmi sevmediğini defalarca beyan etmiş. Örneğin,
King’in orijinal versiyonunda en son sahnede otel yanıyormuş; ancak filmde Jack’in
donduğunu görüyoruz. Aslında tam tersi bir bakış açısı söz konusu. Bu dahi yönetmen
ile film hakkında yapılan özel bir röportajın bizim tarafımızdan çevirisine ise
göz atabilirsiniz. Ayrıca Geekyapar’ın acayip tatlı inceleme videosunu da kesinlikle
tavsiye ederiz.
"Kubrick’in Shining’i", her bir
anıyla sinema tarihinin en özel yapıtlarından biri. Bu nedenle de ilham verdiği
o kadar çok ürün var ki: Örneğin, daha önce incelediğimiz üzere Pixar
animasyonlarından tutun, 2000’lerin Emo dönemindeki Thirty Seconds to
Mars’ın etkileyici The Kill klibinin üzerindeki etkisine kadar sanatın birçok dalına elini
atacak kadar kült bir yapım.
Film, gerçekten de birçok
efsanevi sahneye sahip: Baltayla kapının kırılması, Jack’in sadece All work
and no play makes jack a dull boy yazdığının anlaşılması (ayrıca bkz. HVOB güzelliği), banyodaki “korkunçlu” öpüşme sahnesi, ikizlerin bir anda ortaya
çıkmaları, kanlı asansör sahnesi, labirentteki koşuşturmaca ve filmin en
sonunda reenkarnasyon mesajları veren o balo fotoğrafı anı gibi unutulması
mümkün olmayan sahnelere tanık olduk.
Böyle bir eseri (ve 2019 yapımlı
devam filmi Doctor Sleep’i) kaleme aldığı için King’e ve beyaz perdeye olağanüstü
bir şekilde aktardığı için ise Kubrick’e çok teşekkür ediyoruz, Here’s Johnny!