25 Nisan 2019



Kara Mizahın Sinemadaki En Samimi Hali

Her Şey Çok Güzel Olacak (1998)

Kaynak: Wannart





“Sen diyeceksin ki Ayla öyle bir şey yapmaz. Yaptı, yapmadı, neyse ne. Hayat işte…”



Bu ve bunun gibi sayısız repliği hayatımıza katan kült film Her Şey Çok Güzel Olacak (1998), Türk sinema tarihinin şüphesiz en “yılan” eserlerinden biri. Ya da filmi henüz izlememiş olanlar için ise şöyle ifade edelim: Neredeyse her sahnesi ve her repliğiyle -tıpkı birçok Cem Yılmaz filmi gibi- gündelik hayattaki konuşmalarımıza bile katabileceğimiz orijinallikte hayatımızın içinde yer alan bir eser. (Bkz. Nasıl Yılan Dimi?)




Cem Yılmaz’ın oyunculuk ve senaryo yazarlığı yeteneklerini sergilediği ilk iş olan film, sanatçının daha sonra sahip olacağı o muazzam kariyerin de adeta bir habercisiymiş. O zamanların sinema sektörü için acemi sayılabilecek bir başka ünlü isim olan MFÖ efsanesinin Mazhar Alanson’u ise ilk filmi olan Arkadaşım Şeytan (1988) isimli absürt komediden 10 yıl sonra, Yılmaz ile beraber inanılmaz gerçekçi bir performans sergiliyor. Aynı zamanda, yönetmen Ömer Vargı ise kendisinin de ilk uzun metrajı olmasına rağmen bu başrol ikilisinin amatör ruhlarını kameraya en doğal şekilde aktarmayı başarıyor.


Kısaca film, birbirleriyle konuşmayan iki kardeşin yıllar sonra karıştıkları bir kavgada tekrar bir araya gelmesini ve ardından klişe tabirle “olayların gelişmesi”ni konu alıyor.

(SPOILER)

“Dinle bak. Bir, barı açıyorum. İki, Ayla ile aramı düzeltiyorum. Üç, babamı da yanıma alıyorum, olay bitmiştir.”

Filmde, Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Altan karakterinin büyük hevesle kurduğu bu cümledeki hiçbir hedefin aslında gerçekleşmemesi gibi birçok ironik olay yaşanıyor. Aynı zamanda, Alanson’un hayat verdiği Nuri de kardeşi Altan ile karakter olarak birbirleriyle tamamen zıt iki kutup olunca, oldukça orijinal olan senaryonun da sayesinde ortaya acayip bir kara mizah eseri çıkıveriyor.


Bunun yanında yazımızın başında bahsettiğimiz üzere film, vizyona girdikten 20 yıl sonra bile insanların Twitter bio’larına yazacakları bir seviyede iz bırakmış repliklere sahip.

Örneğin, “Bilemiyorum Altan, bilemiyorum.” sözü, o kadar vurucu repliğin arasından belki de en fazla akılda kalanı. Bunu sağlayan ise büyük ihtimalle Alanson’un oradaki ses tonu ve ruh halindeki “gerçekten başına ne geleceğini bilememe hissi”! İşte o sahnedeki doğallık, genel olarak filmin bütününe de yansıdığı için eser, izleyiciyi bu samimiyetiyle avucunun içine alıyor.


Mesela Cem Yılmaz, “Cihangir'deyim abi ben, İstanbul'da. Firuzağa'da falan taksi durağına bile sorsan en azından, Altan deyince...” gibi acayip spesifik bir cümleyi hızlıca söylediğinde ya da paraları yaktıktan sonra çorba içtikleri “Ama en azından hayattayız. Bu da bir şey be abi.” sahnesinde bile onun esasen neyi kastettiğini hemen anlıyorsunuz. Repliklerin hayatın içinden bu denli doğal bir şekilde yazılmış olması ve hatta başrollerin de mesleğe yıllarını vermiş profesyonellerden oluşmaması, filmi her anlamda gerçekçi kıldığı için eser, kendisini tekrar tekrar izleten kült bir yapım haline dönüşmüş.


Ayrıca film, izledikten sonra aklınıza mutlaka çiviyle çakılacak düzeyde akılda kalıcı birçok sahneye sahip: Altan’ın kendini Nuri’ye acındırıp bankta yattığı sahne, (Yılmaz’ın o zamanlar gerçek hayatta sahip olduğu Porsche) arabayı çalan bu ikilinin yakalandığı an, üzerlerine benzin döküldüğü sahne, figüran Nurgül Yeşilçay’ın ilk sinema deneyimi olan o hastane diyaloğu ve en sonda Ceyda Düvenci’nin karakteri Ayla’nın Altan’ı aldattığı andan sonra çiçeklerin etrafa saçıldığı bölüm gibi say say bitmez birçok orijinal sahne bulunuyor.


Müziklerden ise bahsetmemek olmaz: Soundtrack albümünü -haliyle- Mazhar Alanson’un üstlendiği eser; Benim Hala Umudum Var, Bu Ne Biçim Hikaye Böyle ve Ne Bileyim Ben başta olmak üzere hem keyif veren hem de hüzünlendiren bir müzik kullanımına sahip. Özellikle, Benim Hala Umudum Var ise “Her Şey Çok Güzel Olacak” isminde bir film için mükemmel bir mesaj taşıyan sözler içeriyor.


1 saat 47 dakikalık bu eserin daha detaylı bir incelemesi için Geekyapar ekibinin yapmış olduğu 55 dakikalık keyifli bir saygı duruşuna da göz atabilirsiniz. Aslında esprilerin gözümüzün içine sokulmadığı, kara mizaha bizi resmen doyuran bu eseri ne kadar övsek az; çünkü zaman geçtikçe 1998 gibi bir yılda ve büyük imkanlara sahip olunmadan çekilmiş bu filmin değeri daha net anlaşılıyor. Senaryo ve oyunculuklar o kadar samimi ki şu an bu kalitede bir işe rastlamak, samanlıkta iğne aramakla eş değer; bu yüzden değerini bilip sarıp sarmalayalım bu filmi!



Kaynak: 1