Kara Mizahın Sinemadaki En Samimi Hali
Her Şey Çok Güzel Olacak (1998)
Kaynak: Wannart
“Sen diyeceksin ki Ayla öyle bir şey yapmaz. Yaptı, yapmadı,
neyse ne. Hayat işte…”
Bu ve bunun gibi sayısız repliği
hayatımıza katan kült film Her Şey Çok Güzel Olacak (1998), Türk sinema
tarihinin şüphesiz en “yılan” eserlerinden biri. Ya da filmi henüz izlememiş
olanlar için ise şöyle ifade edelim: Neredeyse her sahnesi ve her repliğiyle
-tıpkı birçok Cem Yılmaz filmi gibi- gündelik hayattaki konuşmalarımıza bile
katabileceğimiz orijinallikte hayatımızın içinde yer alan bir eser. (Bkz. Nasıl Yılan Dimi?)
Cem Yılmaz’ın oyunculuk ve
senaryo yazarlığı yeteneklerini sergilediği ilk iş olan film, sanatçının daha
sonra sahip olacağı o muazzam kariyerin de adeta bir habercisiymiş. O
zamanların sinema sektörü için acemi sayılabilecek bir başka ünlü isim olan MFÖ
efsanesinin Mazhar Alanson’u ise ilk filmi olan Arkadaşım Şeytan (1988) isimli
absürt komediden 10 yıl sonra, Yılmaz ile beraber inanılmaz gerçekçi bir
performans sergiliyor. Aynı zamanda, yönetmen Ömer Vargı ise kendisinin de ilk
uzun metrajı olmasına rağmen bu başrol ikilisinin amatör ruhlarını kameraya en
doğal şekilde aktarmayı başarıyor.
Kısaca film, birbirleriyle
konuşmayan iki kardeşin yıllar sonra karıştıkları bir kavgada tekrar bir araya
gelmesini ve ardından klişe tabirle “olayların gelişmesi”ni konu alıyor.
(SPOILER)
“Dinle bak. Bir, barı açıyorum. İki, Ayla ile aramı
düzeltiyorum. Üç, babamı da yanıma alıyorum, olay bitmiştir.”
Filmde, Cem Yılmaz’ın
canlandırdığı Altan karakterinin büyük hevesle kurduğu bu cümledeki hiçbir
hedefin aslında gerçekleşmemesi gibi birçok ironik olay yaşanıyor. Aynı
zamanda, Alanson’un hayat verdiği Nuri de kardeşi Altan ile karakter olarak birbirleriyle
tamamen zıt iki kutup olunca, oldukça orijinal olan senaryonun da sayesinde ortaya
acayip bir kara mizah eseri çıkıveriyor.
Bunun yanında yazımızın başında
bahsettiğimiz üzere film, vizyona girdikten 20 yıl sonra bile insanların Twitter
bio’larına yazacakları bir seviyede iz bırakmış repliklere sahip.
Örneğin, “Bilemiyorum Altan,
bilemiyorum.” sözü, o kadar vurucu repliğin arasından belki de en fazla akılda
kalanı. Bunu sağlayan ise büyük ihtimalle Alanson’un oradaki ses tonu ve ruh
halindeki “gerçekten başına ne geleceğini bilememe hissi”! İşte o sahnedeki
doğallık, genel olarak filmin bütününe de yansıdığı için eser, izleyiciyi bu samimiyetiyle
avucunun içine alıyor.
Mesela Cem Yılmaz, “Cihangir'deyim
abi ben, İstanbul'da. Firuzağa'da falan taksi durağına bile sorsan en azından,
Altan deyince...” gibi acayip spesifik bir cümleyi hızlıca söylediğinde ya da paraları
yaktıktan sonra çorba içtikleri “Ama en azından hayattayız. Bu da bir şey be
abi.” sahnesinde bile onun esasen neyi kastettiğini hemen anlıyorsunuz. Repliklerin
hayatın içinden bu denli doğal bir şekilde yazılmış olması ve hatta başrollerin
de mesleğe yıllarını vermiş profesyonellerden oluşmaması, filmi her anlamda gerçekçi
kıldığı için eser, kendisini tekrar tekrar izleten kült bir yapım haline dönüşmüş.
Ayrıca film, izledikten sonra
aklınıza mutlaka çiviyle çakılacak düzeyde akılda kalıcı birçok sahneye sahip: Altan’ın
kendini Nuri’ye acındırıp bankta yattığı sahne, (Yılmaz’ın o zamanlar gerçek
hayatta sahip olduğu Porsche) arabayı çalan bu ikilinin yakalandığı an,
üzerlerine benzin döküldüğü sahne, figüran Nurgül Yeşilçay’ın ilk sinema
deneyimi olan o hastane diyaloğu ve en sonda Ceyda Düvenci’nin karakteri
Ayla’nın Altan’ı aldattığı andan sonra çiçeklerin etrafa saçıldığı bölüm gibi say
say bitmez birçok orijinal sahne bulunuyor.
Müziklerden ise bahsetmemek
olmaz: Soundtrack albümünü -haliyle- Mazhar Alanson’un üstlendiği eser; Benim
Hala Umudum Var, Bu Ne Biçim Hikaye Böyle ve Ne Bileyim Ben başta olmak üzere hem
keyif veren hem de hüzünlendiren bir müzik kullanımına sahip. Özellikle, Benim
Hala Umudum Var ise “Her Şey Çok Güzel Olacak” isminde bir film için mükemmel
bir mesaj taşıyan sözler içeriyor.
1 saat 47 dakikalık bu eserin
daha detaylı bir incelemesi için Geekyapar ekibinin yapmış olduğu 55 dakikalık
keyifli bir saygı duruşuna da göz atabilirsiniz. Aslında esprilerin gözümüzün
içine sokulmadığı, kara mizaha bizi resmen doyuran bu eseri ne kadar övsek az; çünkü
zaman geçtikçe 1998 gibi bir yılda ve büyük imkanlara sahip olunmadan çekilmiş
bu filmin değeri daha net anlaşılıyor. Senaryo ve oyunculuklar o kadar samimi
ki şu an bu kalitede bir işe rastlamak, samanlıkta iğne aramakla eş değer; bu
yüzden değerini bilip sarıp sarmalayalım bu filmi!