Nazi Almanyası'na Kurşun Yağdıran Bir Tarantino Hikayesi
Inglourious Basterds (2009)
Kaynak: Wannart
Teğmen Aldo Raine (Brad Pitt): "Ben olsam bu kahrolası
üniformanı o iğrenç hayatının sonuna kadar giymeni sağlardım; ama bunun pratik
olmadığının farkındayım, yani sonuçta bir şekilde bunları çıkarmak zorunda
kalacaksın. İşte bu yüzden, sana üzerinden hiç çıkaramayacağın bir şey
vereceğim!"
[Diyerek elindeki bıçak ile karşısındakinin alnına Gamalı
Haç’ı kazır.]
Kendine özgü bir tarz
yaratabilmesinin sayesinde modern sinemanın en değerli figürlerinden biri
haline gelen Amerikalı yönetmen Quentin Tarantino, kariyeri boyunca giderek bu
özgünlüğünü derinleştirdi. Daha önce incelediğimiz üzere yönetmen, neredeyse
her eserinde belli kalıpları kullanıp bunlar üzerinden kendi “kanlı” sinema
dilini yaratarak hikayelerini izleyicilere bu dilde aktarıyor.
2009 yılında ise Inglourious
Basterds ile birlikte Tarantino, izleyeni bir anda içine çeken o 2. Dünya
Savaşı ortamı, zengin oyuncu kadrosu ve tabii ki her sahnesinde hissedilen kanlı
imzaları sayesinde kalpleri “delik deşik” etmeye devam ediyor.
Özetle film, işgal altındaki Fransa’daki
Nazi Almanyası liderlerlerine Yahudi-Amerikalı bir özel tim ve bir sinema
salonu sahibesi tarafından gerçekleştirilmek istenen bir operasyonu konu
alıyor. Umarız dilimize “Soysuzlar Çetesi” (!) olarak çevrilen bu modern
klasiği, yazımızı okumadan önce izlemiş ve Christoph Waltz isimli o büyük
yetenek ile tanışmışsınızdır. Filmi daha önce izlemediyseniz bile sadece onu izleyebilmek
için bile gönül rahatlığıyla 2 buçuk saatinizi ayırmanızı tavsiye ederiz!
(SPOILER)
Christoph Waltz, Hans Landa
rolünde tek kelimeyle kusursuz bir performans sergiliyor: Bu cümleyi kurmamızın
en büyük sebebi ise aktörün bu rol ile almış olduğu Oscar heykelciği değil. Hatta
aktör, Tarantino ile sonraki iş birlikleri olan Django Unchained (2012) ile de
bu ödüle bir daha layık görüldü. Ancak esas olan, filmi izledikten sonra Waltz’ın
bu rolünün hafızalara adeta bir çivi gibi çakılması. Bu nedenle, onun sanki
gerçek hayatta da Jew Hunter lakaplı, inanılmaz psikopat, narsist ve faşist
bir Alman komutanmış gibi olduğunu hayal bile edebilirsiniz.
Belirgin duraksamalarla 5 bölüme
ayrılmış bu filmin en başından sonuna kadar izleyeni buram buram geren ilk bölümünün
(anti) kahramanı olan Waltz; mimikleri, kendine olan güveni ve o sempatik
görünümlü ama korkunç gülümsemesi ile tansiyonu sürekli yüksek tutmayı
başarıyor. Filmin ortalarındaki tatlı yeme sahnesi ise resmen ayrı bir hikaye
(Bkz. Strudel).
Avusturyalı-Alman aktörün en
büyük yeteneklerinden biri ise birden fazla dili oldukça başarılı aksanlarla
konuşabilmesi. Filmde de ağzımız açık bir şekilde bu yeteneğine tanık olduk: Anadili
Almanca’nın yanında İngilizce, Fransızca ve İtalyanca’yı farklı sahnelerde uzun
uzun konuşarak izleyiciyi kendine hayran bırakmayı biliyor.
Waltz dışında ise daha önce de
ayrı bir sayfa açtığımız Good Bye Lenin! (2003) filminden tanınan Alman-İspanyol
aktör Daniel Brühl de bu filmde Fransızca’sını döktürüyor. Güzelliğinin yanında
aynı zamanda gerçek bir oyuncu olduğunu da bir kez daha kanıtlayan Fransız Mélanie
Laurent da -haliyle- o duru aksanlı Fransızca’sıyla akıllarda kalıyor. Ayrıca, Diane
Kruger ve Michael Fassbender gibi aslında Alman olan ama Hollywood sayesinde
yakından tanıdığımız isimlerin ve Bar sahnesindeki komutanı mükemmel oynayan August
Diehl başta olmak üzere diğer Alman oyuncularla birlikte bol bol Almanca da duyuyoruz.
Bu anlamda, çok kültürlü bir film olması, Inglourious Basterds’ın en değerli
artılarından biri. Bu sayede diyalog bazında da neredeyse hiç sıkmayan bir farklılık
sağlanmış oluyor.
Dilden bahsetmişken Brad Pitt’in Tennessee
aksanına da değinmeden olmaz, ne de olsa orası aynı zamanda Tarantino’nun
memleketi! Filmin haliyle en büyük kozlarından biri olan Pitt, bu kafayı
sıyırmış karaktere de oldukça sağlam oturuyor. Havalı aksanı, ince bıyığı ve boynundaki
yara izi ile filmdeki en ince işlenmiş rollerden birine sahip. Aynı zamanda da Tarantino-vari
kara komedinin de bu eserde Waltz’in karakteri Landa ile birlikte en büyük temsilcisi.
Ancak söylememiz gerek ki her ne kadar Brad Pitt de olsanız Waltz’in
performansının arkasında kalmamak elde değil ne yazık ki.
Yazımızın başında değindiğimiz Tarantino
Sineması’nın kalıplarına dönecek olursak, aşina olduğumuz en önemli özelliklerden
biri ise bol kanlı ve vahşet dolu sahneler: Özellikle kafa derilerinin
yüzülmesi, bar sahnesinde bir anda çatışmanın çıkması, Waltz’ın karakterinin
Kruger’ınkinin boğazına birden yapışıp boğması, filmdeki “aşıkların”
birbirlerini vurması, hatta salonun ve içindeki bütün Nazi komutanlarının cayır
cayır yanması bile Tarantino’dan aslında beklenilebilecek düzeyde sahneler oluyorlar.
Hitler’in kurşuna dizilmesi ve yanması gibi abartıların ise izleyen herkesi
gerçekten kahkahaya boğduğu kesin.
Ayrıca, eserin bir intikam filmi
olması da yine Tarantino-severler için sürpriz olmamıştır (Bkz. Kill Bill). Bunun
yanında, yönetmenin tıpkı diğer işleri gibi Ennio Morricone destekli müzikleri
ise her bir sahneye ayrı bir bütünlük katıyor. Ancak saydığımız bu gerçekler filmi
tekdüzeleştiren unsurlar değiller; hatta tam tersine Tarantino’nun o kemik
yapısını hiç bozmayıp üzerine de hikaye anlatıcılığında kendini geliştirdiğinin
birer kanıtı oluyorlar. Hikaye ise her ne kadar keyif verse de gerçeküstü ve
olağandışı yapısından çok kurtulamasa da buram buram Tarantino kokmasıyla bile akıllara
muazzam şekilde yer ediyor. Bu nedenlerle Basterds, aşırı mesaj içeren
derinlikte filmler yerine izlerken sadece keyif almak ve gerçek düzeyde
oyunculuk izlemek isteyenler için izlenmesi şart eserlerden biri!
Kaynak: 1.