25 Nisan 2019





Ryan Gosling ve Carey Mulligan'ın Sizi Uzaklara Götürdüğü Film

Drive (2011)

Kaynak: Wannart




*çizgi film izleniyordur*
Sürücü: “O, bir kötü adam mı?”
Benicio: Evet.
Sürücü: Neden peki?
Benicio: Çünkü o bir köpekbalığı.
Sürücü: Peki hiç iyi köpekbalığı yok mudur?


Ryan Gosling’i bu diyalogdaki Sürücü olarak izlediğimiz Drive (2011), gerek kendine özgü atmosferi gerek de kelimenin tam anlamıyla “cool” karakterleri dolayısıyla oldukça ilgi çekici bir film. Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn, (haliyle) içinden çıkmış olduğu Avrupa Sineması kültürü ile Hollywood’un imkanlarını harmanlayıp eleştirmenler tarafından geçer not alan ve farklı tatlar arayan “sabırlı” seyircilere hitap eden bir eser ortaya çıkarıyor.



Özetle film, aynı zamanda tamircilik yapan bir Hollywood dublörünün, komşusuna hayati bir konuda yardım etmeye çalışmasını ele alıyor. Dublörü ya da filmdeki genel adıyla Sürücü'yü canlandıran Gosling, karakterinin soğukkanlı halleri ve derin bakışlarıyla filmi taşıyan isim oluyor. Özellikle onun hayranı olan genç kızların bu filmi kaçırması resmen bir hata olur. Diğer taraftan, İngiliz oyuncu Carey Mulligan ise duru güzelliği ve adeta gözlerinin içinin güldüğü o gülümsemesiyle izleyenleri kolaylıkla kendine hayran bırakıyor. Bu ikilinin muazzamlığını yeterince övdüysek, filmi incelemeye başlayalım.



(SPOILER)

Yazımızın başında değindiğimiz diyalogda Sürücü’nün bu soruyu sorma sebebi aslında gayet açık: Kendisi de o kural tanımayan yasa dışı dünyanın bir parçası olduğu için esasen iyi bir insan olup olmadığını sorgulamak istiyor. Geceleri çalıştığı hırsızlara 5 dk verip daha sonra da onları üstün araba kullanma yetenekleriyle olay mahallinden “kaçıran” bu karakter, aslında normal hayatında iyi biri: Yanında çalıştığı adam olan biricik Walter White’ımız Bryan Cranston’un karakteriyle bir baba-oğul ilişkileri var. Komşusu Mulligan ve oğlu Benicio ile aralarının zaten oldukça iyi olduğunu filmin büyük bir bölümünde tanık oluyoruz. Hatta Mulligan’ın kocasını oynayan “her rolün adamı” Oscar Isaac’e bile kendisini sevdirmeyi başarıyor. Ancak Sürücü, hangi dünyaya ait olduğunun farkında.


Drive hakkında konuşulması gereken en önemli noktalardan birinin imaj olduğunu kesinlikle vurgulamamız gerek: Film, daha ilk sahnelerinde bize kanıtladığı gibi, özenle seçilmiş jenerik fontundan tutun gökdelenleriyle sürekli izleyiciye eşlik eden şehir manzaralarıyla görselliğe fazlasıyla önem veren bir yapım. Gosling’in imajı ise başlı başına ayrı bir konu: Filmlerdeki “karizmatik karakter stereotip’lerinin sürekli içtiği sigara” yerine burada bir kürdan ile karşılaşıyoruz. Esas görsel ise tabii ki filmi bitirdikten sonra aklımızda kalan ilk şeylerden biri oluyor: Akrep logolu beyaz ceket. Film süresince giderek kanlanan bu ceket, aslında karakterin ruh halini de yansıtan bir metafor.


Filmin ceket ile birlikte belki de en fazla dikkat çeken tarafı ise hiç şüphesiz müzikleri. Bazı filmler vardır, izlersiniz ve hayatınıza devam edersiniz. Bazılarını ise izledikten sonra hemen YouTube ya da Spotify’ı açıp soundtrack’ine gömülürsünüz; işte Drive kesinlikle bu şekilde etkisi olan bir film. Jenerik girdiği anda izleyicinin kalbini tam 12’den vuran Nightcall, bir dönemi adeta ele geçirmiş olan Sythwave akımını milenyum kuşağıyla tanıştıran en değerli parçalardan biri oluyor. Fransız DJ Kavinsky ise bu parçanın filmle beraber uçmasının ardından ününe ün kattı. Ayrıca London Grammar da olağanüstü bir cover’ını ilk albümünde yayımladı. College ve Electric Youth işbirliği olan A Real Hero ise hem filmde iki defa çalmasıyla hem de insanı derinden etkileyen vokalleriyle filmin en değerli unsurlarından biri oluyor. Ayrıca belirtelim: Film, albümüyle olmasa bile sound editing kategorisiyle Oscar adayı olmuş.


James Sallis isimli Amerikalı yazarın 2005 yılındaki Drive adlı kitabından uyarlanmış olan film, buna rağmen -çoğu roman uyarlamasına göre kıyasla- fazla derin karakterlere sahip değil. Film hakkında eleştirilen noktalardan biri bu; ancak mesela başkarakterimizin bir isminin bile olmaması tamamiyle yazarın / senaristin seçimi. Böylelikle, bilinçli şekilde bir gizem ve belirsizlik yaratılmak isteniyor. Ancak, olay sadece isim ile alakalı değil: Her ne kadar yan rollerde Bryan Cranston da maalesef dahil olmak üzere, Ron Perlman ve Christina Hendricks gibi birbirinden yetenekli isimlerle çalışılsa da Isaac dışında akılda kalabilen bir yan karakterin olduğunu söylemek pek mümkün değil.

Bununla birlikte, repliklerin bilinçli bir şekilde kısa kısa olması ile karakterlerin aralarda sürekli uzun bakışmalar izlememiz, filmi tipik bir Hollywood film noir'ı kalıbından çıkarıp yönetmeninin ait olduğu yere yani Avrupa’ya bağlayan bir unsur oluyor. Bu nedenle, sabırlı izleyicilerin oldukça zevk alacağı; ancak filmin akıp gitmesini isteyen kesimin ise hiç sevemeyeceği bir eser olmuş. Bu nedenle, filmin senaryosundan oldukça zevk alabilmeniz de hikayenin tahmin edilebilir olmasıyla sıkıntıdan bayılabilmeniz de mümkün. Mesela, sonunda esas oğlanın esas kıza dönmeyeceği o kadar belli ki! Ancak bunlara rağmen film, atmosferi ve oyunculuklarıyla sizi uzaklara götürmeyi başarıyor.


Başroldeki ikilinin arasındaki acayip düzeydeki uyum ise filmin izleyicileri açmasındaki en güçlü anahtarlarından biri oluyor. Çoğunlukla sadece bakışlarıyla oynayarak hem aralarındaki duygusal çekim hem de bu iki komşunun birbirlerine gerçekten ihtiyaçlarının olduğu çok gerçekçi bir şekilde anlatılıyor. Ancak Sürücü, hem kafatası kırdığı o malum asansör sahnesinde hem de Cranston’un karakterinin ölmesiyle birlikte, iki komşunun aslında çok farklı dünyalara ait olduğunu anlayıp geri dönmemek üzere yola çıkıyor. O, bir köpekbalığı, ne yaparsa yapsın öyle kalacak!



Kaynak: 1.