Azkaban Tutsağı'ndan Roma'ya Uzanan Bir Sinema Dahisi: Alfonso Cuarón Kimdir?
Kaynak: Wannart
“Sinema tutkunu biri
olarak, yalnızca kişisel filmler yapabilirsiniz!”
Peki bu
kadar çeşitli alanda çalışmış bir sanatçının kendine has imzaları yok mu? Bu soruya
-her büyük yönetmenin sahip olduğu gibi- çok kolay bir şekilde evet cevabını
verebiliyoruz: Kendisi, teknik tabirle One-Shot olarak ya da dilimize geçtiği
haliyle Plan Sekans olarak bilinen “bir kamera kullanılarak aralıksız sahne
çekimi”nin en değerli temsilcilerinden biri. Neredeyse her eserinde uzun
soluklu plan sekanslara rastlamamız mümkün. Hatta örnek göstermemize bile gerek
yok, filmlerini izlediğinizde hemen fark edeceksiniz! Ayrıca, hiç şüphesiz ki bu
teknik, filmin karakterine güçlü bir doğallık katıyor. Bununla birlikte
yönetmen, Meksika’nın bayrak renginden olsa gerek, eserlerinde yeşil rengini
kullanmayı da oldukça benimsemiş biri.
Yönetmenin en
değerli işleri arasında ise öncelikle ilk eserleri A Little Princess (1995) ve Great
Expectations (1998) sonrasında gelen Y tu mamá también (2001) filminden
bahsetmemiz gerek: En İyi Orijinal Senaryo Oscar adayı olmuş film, aynı zamanda
da Hollywood’a Gael García Bernal ve Diego Luna gibi günümüzün en önemli hispanik
aktörlerinden ikisini kazandırmıştı. Uzaktan bakıldığında konu olarak film, Meksikalı
iki ergenin cinselliği ve insan ilişkilerini yeniden keşfetmesini ele alsa da ilerledikçe
çok daha derin bir anlama bürünmüş, akıllara resmen çiviyle çakılan sahneleriyle
de izleyenleri samimiyetle etkilemişti.
3 yıl sonra
ise karşımıza Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (2004) filmiyle çıkan Cuarón, bu
büyüleyici serinin o zamanlar merakla beklenmiş 3. filminin koltuğuna oturarak kamuoyunu
oldukça şaşırtmıştı. Aslında, bu seçimin bir sürpriz olmaması gerek; çünkü Azkaban,
Harry ve arkadaşlarının artık ufaktan büyümeye başladığı bir roman olmakla
birlikte aynı zamanda hikayesi bakımından da daha karanlık bir anlatıma sahip
yapıdaydı.
Buna paralel olarak ise J.K.
Rowling ve Warner Bros’un yönetmen konusunda verdikleri “Cuarón kararı” inanılmaz
doğru bir adımdı; yönetmen, Gary Oldman (Sirius Black) gibi usta bir oyuncu
tercihinin yanında bol bol Ruh Emici’li karanlık çekim teknikleri ve kurguyu sapasağlam
bir zemine oturtması sayesinde karakterleri ve hikayeyi resmen olgunlaştırmayı
başardı. Hatta bu özel film serisi biteli kaç yıl oldu ama hala Reddit gibi birçok
kesim, 8 film içindeki en iyi işin Azkaban olduğunu dile getiriyor.
Children of Men (2006) ile artık çocukların
doğmadığı distopik bir dünyayı bile muazzam bir gerçekçilikle anlatmayı başaran
Cuarón, özellikle çatışmaların ortalarında kaldıkları sahnelerde Clive Owen’ın da
acayip oyunculuğuyla izleyicinin başkarakterle adeta özdeşleşebilmesini
sağlıyordu. Hatta yönetmenin imzası olan Plan Sekans tekniği, bu filmde kendini
daha fazla hissettirmişti.
Bir süre sinemaya ara verdikten
sonra Gravity (2013) ile ortamlara dönüp Oscar’ları 7 ödülle resmen silip süpüren
sanatçı, bu ödülleri de aslında ilginç alanlarda aldı: Daha çok En İyi Ses, Müzik,
Görsel Efekt gibi “yan” ödülleri toplasa da daha çok öncelerden hak ettiği “En İyi
Yönetmen” heykelciği gibi bir prestiji de evine götürmeyi başardı. Aslında her
ne kadar önceden ayrı bir sayfa açtığımız üzere, Oscar’ın sadece bir biblo
olduğunun düşünülmesi daha doğru gelse de Cuarón’un bu ödüle layık görülmesi,
onun gibi ABD’li olmayan bu tarz sanatçıların isminin dünya çapına ulaşabilmesi
için önemliydi. Bu arada Sandra Bullock’un bir “fark yaratmayan” oyunculuğunun başrolde
olduğu bu eser, önemli bir eleştirmen topluluğu tarafından övülse de (Bkz. Metascore:
96) büyük bir kesim tarafından da ciddi bir antipati toplamıştı.
Roma (2018) ise bambaşka bir
hikaye: Yönetmen, bizi 1970’lerin Mexico City’sinin Roma bölgesine ve kendi kökenlerine
konuk ediyor. Hatta “konuk etmek” tabiri yerine doğrudan şunu söyleyelim: Oraya
gidiyorsunuz! Meksikalı bir geniş ailenin ve onların çalışanlarının evlerinin içine
gidip daha önce hiç görmediğiniz ama 2 saat 15 dakikalık bir süre boyunca hayatlarının
derinliklerine indiğiniz o insanlara adeta birer tanık oluyorsunuz.
Yönetmenin, kişisel ögeleri sevdiğine
yazımızın başında değinmiştik. Burada ise sanatçı, kalbinin kapılarını tamamen
açıyor: Onu gerçek hayatta büyüten hizmetçisi ve bakıcısı olan Libo isimli
hanımefendinin bakış açısıyla yaşadıklarının bir yansımasını izliyoruz. Hatta hala
hayatta olan Libo’nun, filmi defalarca izleyip ağlamış olduğu bilgisini de
ekleyelim. Özellikle, siyah-beyaz olan filmin nostaljik yapıyı doğrudan hissettirmesi,
neredeyse her ses detayının özenle seçilmesi, Plan Sekans dahil birçok farklı
çekim tekniklerinin kullanılması ve karakterlerin tek kelimeyle “doğallığı” (Cuarón’un
1 yıllık bir arama süreci sonunda aslında bir oyuncu olmayan Yalitza Aparicio’ya
ilk sinema filminde başrolünü vermesi) sayesinde karşımıza kelimelerle ifade
edilemeyecek kadar özel bir iş çıkıyor. Eğer izlemediyseniz, mutlaka sizin için özel olan insanlarla birlikte izleyin.
Alfonso Cuarón kimdir? sorusunun
kısaca cevabı ise belli: Meksika’nın sanat tarihine ve dünyaya kazandırdığı en
değerli insanlardan biri, bir sinema dahisi!