Oscar Ödülü'nü Kazanamamış Olağanüstü Sanatçılar Üzerine
Kaynak: Wannart
“Ödüller,
benim için 10 yaşındaki bir çocuğun yanıma gelip ‘Kaptan Jack Sparrow’u çok
seviyorum!’ demesi kadar önemli değil.”
Farklı bir örneği
ele alalım: Leonardo DiCaprio’nun Oscar’ı kazanabilmesi için 2016 yılında bütün
kamuoyu ve sosyal medya resmen kampanyalar başlattı. Herkes, onun gibi ikonik
bir ismin, daha önce dört defa aday olduktan sonra artık Akademi Ödülleri’ni hak
ettiğini düşünüyordu. Bunun gereği bile yapılıp her ayrıntı düşünüldü: Daha önce
de bu başarıyı Babel (2006) ile tadan ve hatta Birdman (2014) ile de Oscar’ı o
an en son kazanmış yönetmen olan Alejandro G. Iñárritu tamam. Akademi’nin
bayıldığı biyografik türde gerçekçi bir senaryo tamam. Tom Hardy gibi sağlam
bir yan rol tamam. Zor koşullardaki bir baş karakter tamam. Matematiğin
sonucunda ise Leo, The Revenant (2015) ile heykeli evine götürdü.
DiCaprio, yıllardır
sadece yakışıklı bir surattan ibaret olmadığını her filmiyle tüm dünyaya
defalarca kanıtlamıştı. Hatta tek kelimeyle kusursuz oynadığı The Wolf of Wall
Street (2013) ile evet, hakkı da yenmişti. Ancak, Oscar gerçekten bu kadar
önemli mi? Aslında o heykeli tutamamış o kadar çok olağanüstü derecede
yetenekli aktörler var ki isimlerini buraya listelesek resmen sayfalar sürer. Öte
yandan, mesela Nicholas Cage gibi internetin başlıca mizah maskotlarından biri
olmuş bir sanatçının evinde de bu heykelcikten var. Ancak bu, onun kariyerinin
çoğunluğunu yeteneğiyle değil de The Godfather üçlemesinin efsane yönetmeni Francis
Ford Coppola’nın yeğeni olmasıyla inşa ettiği gerçeğini değiştirmiyor.
Görüntüsünün
avantajlarını kariyeri boyunca fazlasıyla kullansa da Brad Pitt de tıpkı muadili
DiCaprio gibi kariyerini resmen tırnaklarıyla kazıyarak bu noktalara geldi. Onun
Oscar hikayesi ise gerçekten ilginç: Fight Club (1999) gibi kelimelerle ifade
edilemeyecek kadar kült bir yapımın en değerli 3 parçasından biri oldu. Ödüle aday
bile olamadı. Twelve Monkeys (1995) filminde distopik bir psikopatı oynadı: Sadece
aday. The Curious Case of Benjamin Button (2008) ise Pitt’in sırf karakterinin
orijinalliği ve Cate Blanchett ile olan uyumları için bile ödül alması
gerekirken sadece adaylıkta kaldı. Moneyball (2011) ile bu sefer Akademi’nin hassas
yönü olan biyografik filmle şansını denedi ama yine adaylıktan kurtulamadı.
Sonunda ise aktör, 12 Years a Slave (2013) ile oyunculuğuyla değil ama yapımcılığıyla
ödülü aldı. Elbette bu duruma amiyane tabirle “sayılmaz” diyebiliriz.
Tecrübeli aktörlerden ise bu ödülü kazanamamış o kadar fazla
üstün yetenek var ki! Öncelikle Samuel L. Jackson’ı düşünün: Pulp Fiction (1994),
ona adaylık kazandırsa da sırf o muazzam küfür sahnesi için bile ödülü fazlasıyla
hak ettiği için insan şaşırmıyor değil. Harrison Ford ise Witness (1985) ile
adaylık almış olsa da bilimkurgu ve cyberpunk filmlerini adeta yeniden tasarlayan
Blade Runner (1982) gerçeğini görmemek, Akademi’nin kesinlikle en büyük hatalarından
biri. Başka bir örnek olan Ian McKellen ise Gandalf’ımız ile bu heykelciğe aday
olsa da yine hak ettiği ödülü elde edememesi tek kelimeyle komedi. Tecrübeli
aktörler arasından ilginç bir bilgi: Glenn Close, tam 6 (altı) defa aday olup
hiçbirini alamamış. 101 ve 102 Dalmaçyalı’daki o inanılmaz Cruella de Vil karakteri
ise bu 6 adaydan biri bile değil!
Kendini tüm
dünyaya defalarca ispat etmiş birçok yetenek abidesi aktörün, “Oscarlı aktör”
sıfatına erişememesi, oldukça ironik bir durum: Jim Carrey, Edward Norton, Tom Cruise,
Will Smith, Liam Neeson, Viggo Mortensen, Ralph Fiennes, Joaquin Phoenix, Woody
Harrelson, Jude Law, Michelle Williams, Robert Downey Jr, Amy Adams, Hugh Jackman,
Bill Murray, Benedict Cumberbatch, Jake Gyllenhaal ve daha saymakla bitmeyen
birçok isim bu ödüle haiz değil.
Bununla birlikte, Akademi’nin yıllardır
süregelen bir “biyografik dram” ezberi var. Mesela inanılmaz başarılı komedi
filmleri, kendi dublörünü kendi oynayan oyuncularla kurulu aksiyonlar ya da (The
Lord of the Rings gerçeği dışındaki) fantastik / bilimkurgu filmler, ödüle
çoğunlukla aday bile olamıyor. Bu duruma karşın, en doğru ve maalesef en üzücü
örnek ise hiç şüphesiz Heath Ledger oldu. Süper kahraman filmlerinin başyapıtı The
Dark Knight (2008) ile Ledger, genç yaşta hayatını kaybettikten hemen sonra ödüle
sahip oldu. Onun yerine ailesi bu heykelciği kabul etti. Ledger, trajik bir
şekilde ölmemiş olsaydı ise büyük ihtimalle sırf oynadığı film bir süper kahraman
eseri diye bu ödüle sahip olamayacaktı!
Bunlar gibi birçok tutarsızlık,
ezber ve anlayışsızlık yüzünden Oscar’ların, oyuncuları hak ettikleri gibi
değerlendirmek için bir araç olmaması gerektiği düşünülebilir. Sonuç olarak,
törende adları çağırıldığında oyunculara birer biblo veriliyor. Önemli olan ise
izleyicilerin kalplerine dokunabilmek; bu olağanüstü aktörler ise bunu defalarca
başarmayı biliyor!