Sizi Hiç Bitmeyecek Bir Yolculuğa Çıkaran Albüm
The Beatles- Abbey Road
10/10
“Love is old, love is new. Love is all, love is you.”
The Beatles’ın
11. stüdyo albümü olan baştan sona kusursuz bu eser, aynı zamanda da kayıtların
grubun bütün üyeleriyle aynı anda yapıldığı son albüm. Grup üyeleri ise bu
kaydın hep birlikte yaptıkları son albüm olduğunun -tabii ki- farkında değildi.
Ancak röportajda ifade edildiği üzere bir sona yaklaştıklarını hissedebiliyorlardı.
Albüm, her
anlamda ikonik bir eser: Hakkında internette ne kadar kaynak okursanız okuyun
sürekli yeni bir bilgi daha öğrenebilecek kadar da ilginç bir derinliği olan bir albüm.
Efsane albüm kapağı dolayısıyla yapılan "Paul McCartney Öldü!" iddialarından
tutun, yaya geçidinin 24 saat kamerayla yayınını yapan stüdyo sitesi bile
mevcut. Bu yerdeki beyaz çizgiler ve albüme adını veren stüdyo, adeta turist akınına
uğrayan bir cennet haline gelmiş! Hatta Paul bile yıllar sonra anlattığı üzere
daha sonra oraya heyecan dolu bir ziyaret yaptığını belirtiyor.
Popülarite
ise her zaman bir yere kadardır. Esas olan bir sanat eserinin zamanın ötesine
geçebilmiş olmasıdır. Abbey Road ise 1969 yılında yarattığı etkiyi her zaman ilk
günkü gibi korumuş bir klasik. Bunu sağlayan ise tabii ki grubun pop imajı ya
da albüm kapağı gibi magazinsel olaylar değil; albümün sizi hiç bitmeyecek bir
yolculuğa çıkartan şarkıları. Eğer yolda yürüyorsanız, kulaklığınızı takın ve
ilk saniyesinden bu albümü dinlemeye başlayın. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız
bile! Albümün öyle bir bütünselliği var ki adeta kaliteli bir müzikalin
soundtrack’ini andıran şekilde birbiriyle bağlı bu şarkılar.
Parça
aralarındaki geçişler kulağa o kadar “doğal” geliyor ki yeni bir parçaya
geçtiğinizin farkına bile varmıyorsunuz. Özellikle albümün ikinci yarısı, birçok
irili ufaklı bölüme ayrılmış bir potpori. Batı’da medley denilen bu
bütünsellik, Paul ve John’un her zamanki gibi olağanüstü olan şarkı
yazarlıklarıyla birleşince ortaya acayip akıcı bir kayıt çıkıyor.
Albümü açan
Come Together, esasen o zamanlar Kaliforniya valiliği için yarışan Timothy Leary
için yazılmış bir The Beatles hiti. Ancak stüdyo sürecinde, John’un yazdığı bu
güzelliğin hiç de bir kampanya parçası olamayacak kadar “derin” olduğu ortaya
çıkınca şarkı gruba ait oluyor. Aksak ritmi olsun gitarlarının yerinde
kullanılması olsun tam anlamıyla ölümsüz bir klasik bu.
Ardından
gelen Something, grubun “gizli kahramanı” olan gitaristleri George Harrison
tarafından basit ama derin sözlerle yazılmış: “Something in the way she moves,
attracts me like no other lover” dizeleriyle açılan şarkı, adeta
aşkın masumiyetini simgeliyor. Ayrıca Frank Sinatra’nın da en sevdiği
parçalardan birinin bu olduğunu da belirtelim.
Vokalleriyle
büyüleyen Oh! Darling, özellikle “When you told me you didn’t need me anymore”
bölümünde adeta dinleyeninin ağzını açık bırakıyor. Grubun biricik davulcusu
Ringo Starr’ın yazıp söylediği iki “s”li Octopus's Garden, cıvıl cıvıl bir
nakarat şarkısı. Ayrıca unutmayalım ki -bir Sinatra değil ama- (500) Days of Summer’daki Summer’ın en sevdiği Beatles parçası buydu.
I Want You
(She's So Heavy), 8 dakikaya yakın süresiyle grubun yazdığı en uzun parça. Ayrıca
yazdıkları en kısa parça da bu albümümüzün sonunda yer alıyor (Bkz. Her Majesty).
Ancak, bu süre öyle bir akıcılıkta geçiyor ki fark etmiyorsunuz bile! Özellikle
o malum gitar riff’leri ve aralardaki bas ritimleri gerçekten sıra dışı. Ayrıca,
parçanın Across the Universe ve The Last Shadow Puppets versiyonlarına da
kesinlikle göz atılmalı. The Beatles’ın psychedelic yönünü de -Revolver
albümleri kadar olmasa da- burada kısmen görüyoruz.
Here Comes
the Sun ile Harrison, kendi farkını ortaya koymaya devam ediyor. Eric Clapton’ın
evinde yazılan şarkı, grubun en naif ve samimi eserleri arasında. Özellikle,
akıllara kazınan melodileri ve “dudududu” bölümleriyle ilk dinlenişte bile hemen
sevilecek bir eser.
Acapella hissi
veren çoklu vokalleriyle daha ilk saniyesinde dinleyicisine adeta tokat gibi
çarpan Because, kelimelerle ifade edilemeyecek güzellikte bir yalınlığa
sahip. Sade melodiler ve sade şarkı sözlerinin birbirini acayip bir hissiyatla
tamamlamasıyla resmen başka diyarlara yol alıyorsunuz. “Because the sky is
blue, it makes me cry” gibi mavinin hem rengine hem de mecazi anlamı olan üzüntüye
gönderme yapılması gibi dokunuşlar adeta kalplere dokunuyor. Elliott Smith'in American Beauty filmi için yaptığı cover ise bambaşka bir hikaye.
You Never
Give Me Your Money ile başlayan potpori, bu parçanın akıllara adeta saplanan o
melodisi ile birlikte dinleyenin ruhunu ele geçirmeye başlıyor. Albümün sonuna
kadar da bu hipnoz devam ediyor; artık bütün şarkılar birbirine bağlı. Grup, Carry
That Weight’te ise yine o melodiye uğramaktan çekinilmiyor. Bunun yanında, Sun
King gibi psychedelic bir eser var ki -şaka değil- İspanyolca, Portekizce ve İtalyancanın
karışımı olan bir dille grup yaratıcılık sınırlarının ne kadar geniş olduğunu
bize bir kez daha hatırlatıyor. Golden Slumbers baladıyla da Paul’ün
vokallerinin ne kadar güçlü olduğuna yine tanık oluyoruz.
Aslında,
albüm hakkında sayfalarca inceleme yapabiliriz, hatta bu olağanüstü eser
hakkında kitap bile yazılabilir. Artık streaming uygulamaları ve single yayımlama
sistemi yüzünden günden güne eriyen “albüm dinleme” yeteneğimizi kaybediyoruz. Ancak,
bu albümdeki parçalar ayrı ayrı dinlenildiğinde de acayip hitler olsa da bütünüyle
başından sonuna kadar dinlenilince “albüm” kültürünün ne demek olduğu hakkında büyüleyici
bir cevaba ulaşıyorsunuz. Teşekkürler John, Paul, George, Ringo ve yaya geçidi!