3 Eylül 2018





The Weeknd'in Yükseklerde Uçmasını Sağlayan Albüm

The Weeknd- Beauty Behind the Madness 

8,5/10





     
       Günümüz müzik piyasasında Michael Jackson’a en çok benzetilen şarkıcı olan Abel Tesfaye’nin, bu övgüleri kısmen de olsa hak ettiğini söyleyebiliriz: Kanadalı sanatçının 2011 yılında yayımladığı üç tane mixtape’inin bir araya gelmesinden oluşan Trilogy (2012) albümü, müzik dünyasının yeni ve daha hüzünlü bir MJ’e sahip olabileceğinin ilk kırıntılarıydı. Sahne adını orijinal bir kararla The Weeknd olarak belirleyen sanatçının, özellikle bu albüm serisinden çıkan Wicked Games ve High For This gibi güzellikler, onun için oldukça umut vadeden bir başlangıçtı. Ancak bu beklentiler ertesinde, 2013’te yayımlanan ilk stüdyo albümü Kiss Land ise birlikte şarkıcı, hedeflediği çıkışı yapamadı; albüm her ne kadar ortalama üstü bir iş olsa da kendi çizgisinin altındaydı. 2 yıl sonra ise Kanadalı sanatçı, ikinci stüdyo albümü Beauty Behind the Madness ile birlikte alternatif R&B akımını adeta yeniden keşfedecek kadar kaliteli bir işe imza atmayı başardı.


            Şarkı sözlerinden cinselliği ve hüznü eksik etmeyen Tesfaye, hem söz yazarlığının hem de bestelerinin daha da olgunlaştığı bu albümde de yolundan sapmıyor. Özellikle, fazlasıyla kişisel olan sözlerin şarkıların samimiyetini artırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşın, şarkıcının bu albümde gerçekten de kapsamlı bir tarz değişikliğine gittiğini görmek şaşırtıcı: İlk kayıtlarında daha dingin ve depresif güzellikler yaratan sanatçı, bu albümünde ise müziğindeki enerji dozunu çok daha fazla artırıyor. Hatta bu kayıtta electro-pop ve funk etkileşimli eserler duyabilmek bile mümkün. Bu tarz çeşitliliği ise Tesfaye’nin eski işlerindeki sade ve hüzünlü parçaları bağrına basan hayran kitlesini şaşırtan bir gelişme; çünkü artık ana akım müziğe daha yakın bir çizgide. Ancak ortaya çıkan sonuç ise hiç de fena değil; hatta şunu bile söyleyebiliriz ki bu albüm, modern pop ve r&b müziklerine bakış açısını değiştirecek değerde bir harman.


            2015 yılının en çok satan 10 albümü içinde olan Beauty Behind the Madness, içinde birbirinden değerli hitler barındırıyor. Daha açık konuşmak gerekirse, neredeyse her parça kendini defalarca dinletebilen birer hit gibi. Albümde tam 14 eser olmasına rağmen, birçoğu akılda kalıcı ve kendi içlerinde farklı yapıda. Bunu sağlayan ise hem The Weeknd’in muazzam vokal tarzı hem de -neredeyse her büyük pop yıldızının yaptığı gibi- birçok usta prodüktörle çalışılması. Bu anlamda, şarkıların besteleri de sözleri ve vokalleri kadar ön plana çıkmayı başarıyor: Örneğin Losers, nakarat yerine kullanılan beat’leriyle dikkat çekerken sonlarına doğru da üflemelilerle oldukça tamamlayıcı bir yapıya bürünüyor. Bunun yanında, prodüksiyon o kadar detaylı yapılmış ki içinde Türk bir sanatçı bile bulundurmayı başarıyor!

            Nükhet Duru’nun klasiklerinden olan Ben (Gene) Sana Vurgunum'u, daha önce şu etkileyici Korhan Futacı ve Kara Orkestra yorumuyla da dinlemiştik. Ancak şimdi de bu şarkının "Seneler sürer her günüm. Yalnız gitmekten yorgunum" bölümünü The Weeknd’in Often eserinde sample olarak dinleyebiliyoruz. Nükhet Duru’nun şuradaki “erotizm” açıklamasıyla ve hatta attığı bu sempatik tweet’te de görebildiğimiz üzere kendisi de böyle bir işte yer almaktan dolayı son derece mutlu. Bu sample’ın yanında bir de gerçekten aşırı bir şekilde şehvet dolu olan sözleri ve ruh haline uygun beat’ler de bir araya getirince ortaya acayip özel bir iş çıkıyor. Böylelikle de özellikle gece dinlenmesini tavsiye edebileceğimiz parça, kesinlikle albümün en orijinal eserlerinden biri oluyor.


            “I only call you when it's half past five. The only time that I'll be by your side. I only love it when you touch me, not feel me. When I'm fucked up, that's the real me.” nakaratına sahip The Hills ise albümün ayrı bir zirvesi. Şarkı sözlerinin de açıkça ifade ettiği gibi sanatçı, ilişkisinin sadece cinselliğe dayalı olmasını istiyor; çünkü daha fazla duygu yükü altına girmek istemiyor. Bu yüzden de muhtemelen sabah 9 – akşam 5 çalışan sevgilisini sadece o rahatken 5:30 gibi arayacağını söylüyor. Nakarattaki bas altyapısı ve trap tarzına yakın düzenlemeler de parçanın önemli kozlarından oluyor. Tekrar tekrar rahatlıkla dinleyebileceğiniz bir hit bu.

            Albümün öne çıkan birçok parçasında yine cinsellik teması hakim: “You got me touchin' on your body” sözüyle akılda kalan Acquainted, bu başarılı nakaratı ve sonlara doğru oldukça deneysel bir yapıya bürünmesiyle dinlemesi zevkli başka bir Weeknd parçası oluyor. Ayrıca buna başka bir örnek olarak, Earned It’ten de bahsetmemek mümkün değil: İlginç bir erotizm anlayışı olan Fifty Shades of Grey (2015) filminin -malum- soundtrack’i olan bu parça, yaylıların adeta konuştuğu beat’leri ve romantik (!) sözleriyle albümün dikkat çekenlerinden biri. Ayrıca Tesfaye’nin vokalinin iniş-çıkışları da oldukça özenli.


            Daha önce değindiğimiz gibi ses tonu ve şarkı söyleyiş tarzı dolayısıyla haliyle Michael Jackson’ı andıran The Weeknd, bu benzetmeyi ise bu albümde özellikle şu iki parçada hak ediyor: Can’t Feel My Face, disco-funk altyapılarının hissedildiği enerjik temposu ve resmen MJ’e özgün olan o hisli vokal tarzı sayesinde albümün kolaylıkla en ön plana çıkan işlerinden oluyor. Çıktığı yaz döneminin de değişmez hitlerinden biri olan parça, aynı zamanda Tesfaye’nin vokalinin gerçekten de en “doğru” şekilde kullanımına izin veren aralıklara sahip olmasıyla beraber adeta modern bir klasiğe dönüşüyor. Bunun yanında albümün şarkı yazarlarının, In the Night şarkısı yaratılırken MJ’in 1987 çıkışlı hiti The Way You Make Me Feel’den esinlenildiği de açıkça biliniyor. Böylelikle Michael’ın Kanadalı sanatçı üzerinde ne kadar etkisi olduğu bir kez daha görülebiliyor.


            Kaydın düet içeren parçaları da en az solo işler kadar etkileyici: Lana del Rey’in konuk olduğu Prisoner, koro bölümlerini andıran nakaratıyla akılda kalmayı başarıyor. Bununla birlikte, Ed Sheeran’ın eşlik ettiği Dark Times da tıpkı sanatçının Sons of Anarchy’de sevdiğimiz Make It Rain cover’ı olgunluğunda blues-vari bir şarkı. Bu parçalar dışında ise albümün kapanışını yapan ve prodüksiyonuyla buram buram 80’ler power ballad’ı kokan Angel ile akustik gitarın inanılmaz yakıştığı Shameless da albümün önemli değerlerinden oluyorlar. Özellikle Shameless’daki akustik yapıyı zenginleştiren solo bölümü ve Tesfaye’nin “Say it louder” vokalleri şarkıya adeta seviye atlatıyor.

Genel olarak ise, The Guardian’ın şuradaki incelemesinin başlığını dolaylı bir şekilde alıntılayabiliriz: Bu albüm, ana akım müzik piyasasını karanlık bir yolla baştan çıkarıyor. Bu sayede de The Weeknd’in kariyer yolunda daha yükseklerden uçmasını sağlıyor. Ancak albüm bunu yaparken, sanatçının sesinin gücünü daha doğru gösterebileceği parçalar, daha fazla olabilirdi: Özellikle Can’t Feel My Face ve The Hills gibi örneklerde gördüğümüz üzere doğru şarkı yazımı, Tesfaye’nin ışığını daha da parlatıyor. Ancak bu ufak sıkıntı albümün, alternatif r&b ve modern pop müziği için oldukça değerli bir eser olduğu gerçeğini değiştirmiyor!
           
Kaynak: 1.