Pink Floyd'un Eski Bir Dosta Kadeh Kaldırdığı Kusursuz Albüm
Pink Floyd- Wish You Were Here
10/10
Grubun, Londra’daki
efsane Abbey Road Stüdyoları’nda gerçekleşen albüm kayıtlarında kreatif bir boşluğa
düşmeyip neredeyse 2 yıl önceki şaheserleri olgunluğunda bir çalışmaya imza
atabilmesi oldukça etkileyici. Bu boşluğa düşmemelerinde Waters’ın fikirlerinin
yeri ise bahsettiğimiz gibi çok ayrı. Albüm içeriği hakkında konuşmadan önce
şunu belirtmeliyiz ki kaydın ele aldığı iç içe geçmiş 2 konudan ilki olan bir
adamdan söz edilmeli: Syd Barrett. Bu dörtlünün ilk yıllarında gruba liderlik
eden isim olan gitarist / vokalist Barrett, topluluk hakkındaki ilginçlikleri listelediğimiz
şu yazıda belirttiğimiz gibi, akıl sağlığı problemleri ve aşırı uyuşturucu
kullanımı yüzünden gruptan kopmak durumunda kaldı. Daha sonraki hayatında ise
medya ışığından uzak, sade bir hayat sürdü ve 2006’da aramızdan ayrıldı.
Syd Barrett’in
grubun ilk başlardaki lideri olması, onun yaratıcı zekası ve kişiliği ise Pink
Floyd’u gerçekten birbirine bağlayan unsurlardan biriydi. Grup, o olmadan
birçok olağanüstü başarıya ulaşsa da belki de onun topluluk üyelerine bıraktığı
etki sayesinde Pink Floyd, Pink Floyd olmuştu. İşte bu adam, Wish You Were Here
albümünün kayıtları yapılırken onları stüdyoya ziyarete geldiğinde de acayip
bir duruma sebep oldu: Grup üyeleri, aşırı bir şekilde kilo almış ve saçları
ile kaşları olmayan, plastik torbalar taşıyan bu adamı gerçekten tanıyamamışlar!
Daha fazla ayrıntı için Consequence of Sound sitesinin şuradaki videosuna
bakabilirsiniz. Bu şaşırtıcı olayın hem öncesi hem de sonrası da haliyle albümün
ona ithaf edilmesine yol açmış: Wish You Were Here başlığındaki “You”nun kim
olduğunu artık biliyorsunuz.
Syd Barrett |
Grubun
Wikipedia’sına göre, hem keyboard’lardan sorumlu Richard Wright’ın hem de
gitarist / vokalist David Gilmour’un en sevdikleri Floyd albümü bu. Kayıt, aynı
zamanda bu ikilinin de en başarılı performanslarının bir kısmına sahip olduğu
için de ayrı bir yerde. Albümün ilk ve en önemli teması olan Barrett dışında
ise yöneldiği bir nokta daha var: Gözleri paradan başka hiçbir şey görmeyen
patronlara sahip bir ana akım müzik endüstrisi. Albümün bütün şarkı sözlerine
imza atan Waters, The Dark Side of the Moon eserinin de grubu “uçurmasıyla”
birlikte artık daha fazla içlerinde oldukları bu endüstriye ithafen de eleştirileri
akılda kalıcı parçalar yazabilmeyi başardı. Teorik olarak 5 harika parçaya
sahip albümün 2 parçasını bu eserler oluşturdu. Hatta o meşhur albüm kapağında
da tokalaşan iki iş adamını görürüz. Biri ise o anda yanıyor gözüküyordur. İşte
bu arada o yanan adam da aslında fotoğraf çekimleri sırasında gerçekten yanmıştır. Bu ikili, bize doğrudan endüstriyi anlatır.
Albümün
açılışını yapan Shine On You Crazy Diamond (Parts I-V), grubun progresif ve
psychedelic müziğin ilahları olduğunu bize bir defa daha kanıtlıyor. Dörtlü, şarkının
isminde bile albümün açık açık Syd’e ithaf edildiğini gösteriyor: "Shine On You
Crazy Diamond”, eski dostlarının bu lakabının harflerini taşıyor. Parça, 13
dakikalık süresinin su gibi aktığı bir doğallığa sahip: Şüphesiz ki bunun en önemli
sebebi, Gilmour’un gitarından çıkan o büyülü 4 nota. Sanatçının şuradaki
röportajında da tekrar çaldığı o sade ama ölümcül notalar sayesinde Gilmour’un
da yine burada değindiği gibi albümün “absence” (yokluk / bulunmayış) ana
konsepti, çok acayip bir şekilde ifade ediliyor. Üstelik, Waters’ın 8. dakikadan
sonra giren o muazzam vokali ve sonlara doğru da önceki Floyd albümde de
saksafonu solosuyla adeta “konuşturan” Dick Parry şovunun sonucu, gerçekten tek
kelimeyle eşsiz.
Welcome to
the Machine, “What did you dream? It's alright, we told you what to dream. You
dreamed of a big star. He played a mean guitar.” gibi çarpıcı sözlere sahip bir
sistem eleştirisi. Grup, Wright’ın klavyesini ve sanayi-vari ses efektlerini
çok etkin kullanıp ölümcül bir makineye benzettikleri bu endüstrinin iç
yüzeyini gerçekten de dinleyiciye çok başarılı yansıtıyor. Ayrıca Waters’ın “Welcome
my son. Welcome to the machine” kısmındaki tiz vokalleri, akustik gitar vuruşlarını
çok ustaca bir şekilde dolduruyor.
Have a
Cigar, eleştirilerin bu sefer başka notalar eşliğinde devam ettiği bir
güzellik. Bu arada albüm hakkındaki şu inceleme videosunda da grubun müzik
endüstrisi hakkındaki eleştirilerini daha yakından inceleyebilirsiniz. Bu
parçada ise Wright ve Gilmour, tıpkı daha önce ifade ettiğimiz gibi, arkadaşlarından
adeta rol çalıyorlar. Bu sefer ikonik 4 notalı melodi, klavyeden çıkıyor:
Tüyleri diken diken eden o notalar sayesinde şarkı da dinleyiciyi rahatlıkla avucunun
içine alıyor. Gilmour ise en özel yeteneğini yine burada da konuşturuyor:
Sololarıyla parçayı uçuruyor. Ayrıca, konuk vokalist Roy Harper ise “The band
is just fantastic. That is really what I think. Oh by the way, which one's
Pink?” gibi eleştirel sözleri söylerken Waters’ı hiç aratmıyor; ancak kulaklar
ister istemez onu aramıyor değil.
Albüme
adını veren Wish You Were Here, öncelikle dinleyicisini henüz ilk saniyeden
vuruyor: Parçayı kulaklıkla dinliyorsanız önce bir kulaktan sonra da diğerinden
akmaya başlayan akustik gitar melodileri resmen ruhunuzu dinlendiriyor. Grubun
belki de en çok dinlenen eserlerinden biri olan bu ikonik şarkı, bizim bile eski
dostları Barrett’ı özlememizi sağlıyor. Akılda kalıcı o muhteşem gitar riff’i
ile parçanın altyapısındaki prodüksiyona özel detaylar ile birlikte şu sözler
birleşince ortaya duygu yükü kelimelerle ifade edilemeyecek bir eser çıkıyor: “How
I wish. How I wish you were here. We're just two lost souls. Swimming in a fish
bowl. Year after year. Running over the same old ground. What have we found?
The same old fears. Wish you were here.”
Albümün
kapanışını yapan Shine On You Crazy Diamond (Parts VI-IX), açılışı yapan şarkıya
göre biraz daha çeşitli bir yapıda: Parça, pedalların çoğunlukta olduğu gitar
sololarının hakiminde geçerken geçiş yaptığı jazz’ımsı bölüm sayesinde acayip
bir zenginliğe kavuşuyor. Hatta 9. dakikadan sonra ise albüme de yakışır bir
sonla ağır bir kapanış yapıyor. Genel olarak ise albüm hakkında sayfalarca
yazıp çizebiliriz; ancak şunu inkar edemeyiz: Bu, tıpkı muadili Floyd eserleri
gibi, kusursuz bir albüm. Teşekkürler, Syd!