3 Eylül 2018





Biten İlişkilerinizi Aşabilmenize Yardım Eden Bir Albüm

Florence and the Machine- High As Hope

6/10







      
      Florence and the Machine, sanılanın aksine solo bir müzisyen değil; tıpkı Bon Jovi ya da Marilyn Manson’un da olmadığı gibi. Londra’dan çıkmış bu müzik grubu, tek kelimeyle “büyülü” bir sese sahip olan şarkıcı Florence Welch ve elektronik müziğe aşık bir dj / piyanist olan Isabella Summers’ın projesi. Grubun ismindeki “The Machine” ifadesi de aslında şurada görebileceğiniz gibi, Summers’ın lakabı. Florence’in albüm görsellerinde ve tanıtımlarda bir solo sanatçı olarak ön plana çıkması ise ikilinin bir tercihi olsa gerek. Grup, Dog Days Are Over ve You've Got the Love gibi hitlere sahip ilk eserleri Lungs (2009) albümüyle piyasaya çıktığı gibi başarılı olmayı bildi. İki yıl sonra ise Ceremonials albümü ile grup, tamamı muazzam işlerle dolu bu eserle adeta zirvesini yaşadı. Bu başarılarını kısmen sürdürdükleri üçüncü kayıtları How Big, How Blue, How Beautiful (2015) albümünden sonraki 3 yıllık aranın ardından ise bu ikili, High as Hope ile karşımıza çıkıyor.



            Florence Welch, uzun bir süredir birlikte olduğu ve 2014 yılında ayrıldığı sevgilisi James Nesbitt’in ardından başta What Kind of Man olmak üzere birçok parça yazdı. Hatta How Big albümü de sanatçının tamamen bu ayrılık sonrası yaşadığı travmayı ele alıyordu. Ayrıca kendini sorguladığı bu döneme ithafen 48 dakikalık şu film de yayınlandı. Bu sürecin sonrasında ise Welch, buradaki BBC röportajında aslında hep ilişkilerindeki suçu karşı tarafta aradığını ve bunu daha önce şarkı sözlerine de yansıttığını söylüyor. Ancak artık kendisiyle tamamen barışık olduğunu ve müzikle kendi ruhunu besleyerek bu süreci atlatarak mutluluğu bulduğunu da ifade ediyor. High as Hope (2018) ise sanatçının biten ilişkisini büyük ölçüde aştığının ve artık umut dolu olduğunun bir kanıtı.


            Tarz olarak baroque pop ve indie pop-rock sularında yüzen grubun bu albümde yarattığı hava ise tempo olarak önceki işlerine göre daha düşük. Bir taraftan, haliyle daha olgun bir Florence and the Machine dinliyoruz, bir taraftan ise özellikle albümün sonlarına doğru grubun o eski enerjisini arıyoruz. Hatta grubun eskiden sıkça kullandığı arp enstrümanının güzelliklerinden de bu sefer doyasıya tadabilmek mümkün değil. Bu özelliklere göre grubun eski hayranlarının bir kısmının bu albümü hemen ilk dinleyişte benimsemesi pek kolay gözükmüyor. Ancak, Florence’in o kendine özgü vokalinin bu albümde -daha da fazla- ön plana çıkmasıyla bu kayıt, kendini birçok müziksever için kolaylıkla sevdiriyor.


Florence’in aslında her zaman baskın bir karakterde olan sesinin bu kayıtta daha da yoğun bir şekilde dinleyiciyle buluşmasının sebebi, albümdeki enstrümantal altyapının önceki işlere göre biraz daha sönük kalmasıyla açıklanabilir. Bu bilinçli bir tercih mi yoksa tamamen özensizlik mi işin o kısmını bilebilmek mümkün değil; ancak grubun gitar ve davulları neredeyse hiç hissedilmiyor. Topluluğun kısmen sahip olduğu rock kimliğinin bu eserde minimum düzeyde olması ise grubun tamamen Florence Welch’in vokaline odaklı eserlerini dinlemek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Hatta bu ağır tempolu parçaların tam tersi bir örnek olarak, Welch’in Calvin Harris düeti Sweet Nothing’ini de hatırlayabiliriz. Ancak, her ne kadar Welch’in o muhteşem sesine yine doysak da özellikle NME dergisinin de şu incelemesinde değindiği gibi, prodüksiyonun sönük kalmasıyla karşımızda “riski az ama tanıdık ve konforlu” bir eser var.


Hunger, Florence’in şu BBC röportajında da değindiği üzere “fazla kişisel” sözlere sahip bir şarkı. Hatta sanatçı bu parçayı albüme koymamayı bile düşünmüş. “At seventeen, I started to starve myself. I thought that love was a kind of emptiness. And at least I understood then the hunger I felt. And I didn't have to call it loneliness” gibi sözlere sahip şarkı iyi ki yayımlanmış da Jimmy Fallon’daki şu harika performansını da izleyebilmişiz. June ise albümün ön plana çıkan başka bir güzelliği. “Hold on to each other” nakaratında Welch yine en iyi bildiği işi yapıyor; sesi ile büyülüyor. Prodüksiyonun sadeliğinin en çok yakıştığı eserlerden biri bu.


Big God, albümün belki de en etkileyici işi. Atmosferine ve koreografisine hayran kalınan bu videosu da parçanın ruhunu en doğal şekilde yansıtıyor. Welch’in vokalini acayip özgür bir biçimde kullanması da parçayı size tekrar tekrar dinletmeyi başarıyor. 100 Years, ortalarından itibaren farklı bir yapıya bürünüyor ve böylelikle enstrümanların neredeyse albümün başından beri ilk defa hissedildiği şarkı oluyor. Albümün başka bir güzelliği olan The End of Love ise Welch’in sesinin bu albümdeki zirvesi. Acapella ve piyano baladı karışımı bir eser olan şarkının sözleri ise -sanatçının daha önce Only If for a Night hitinde de ele aldığı gibi- intihar eden büyükannesine ithafen yazılmış. Genel olarak ise albüm, birçok akılda kalıcı işe sahip olsa da önceki albümlerin gölgesinde gibi. Ancak Welch, bu eser sayesinde tıpkı kendisinin de yaptığı gibi, dinleyicisinin de biten ilişkilerini aşabilmesine yardım ediyor, dinleyin!

Kaynak: 1.