İhtişamlı Yolculuğun En Önemli Durağı Olan Albüm
Lana Del Rey- Born to Die
8,5/10
Kayda adını
veren parça Born to Die ile açılan albüm, ilk saniyesinden itibaren yoğun bir
şekilde kullanılan yaylı ağırlıklı klasik müzik altyapılarıyla birlikte bizlere
bir baroque pop şöleni sunuyor. Aynı zamanda minimalist beat’leriyle genel
olarak indie pop olarak adlandırılabilen bu tarz, albümün bütününe de hakim. Retro
vokal tarzı ve görsel imajının yanında modern altyapılar harmanlandığında,
ortaya böyle orijinal bir iş çıkıyor. Klibinde yalnız bir alanda tahtta
oturduğu bu şarkı ise sanatçının hüzünlü ancak görkemli işlerinin bir özeti
gibi. Özellikle de “Come and take a walk on the wild side. Let me kiss you hard
in the pouring rain.” bölümündeki vokal varyasyonu muazzam.
Video Games, albümün şüphesiz en önemli işlerinden biri: İlk single olarak yayımlanan
parça, Lana’nın ne kadar başarılı bir balad yazarı olduğunun kanıtı. Çoğunlukla
hüzünlü aşk hikayeleri anlatan sanatçının sözleriyle de dinleyeni etkilediği bir
şarkı bu: “Heaven is a place on earth with you.” gibi sözler, duygu yoğunluğunu
lirikal açıdan da bizlere sunuyor. Blue Jeans ise fazlasıyla eleştirilen ve
tamamının olduğu videosu kaldırılan “gergin” SNL performansının haricinde
hafızalarda tatlı bir şekilde yer eden başka bir Lana hiti. Sözlerinden de
rahatça anlaşılabildiği üzere şarkıcının eski sevgilisini James Dean’e
benzettiği bu şarkı, aynı zamanda vokal anlamında da çok etkileyici.
Albümün genelindeki
prodüksiyonda olduğu gibi Del Rey’in fazlasıyla ön plana çıkan vokallerinin
ekseninin ardındaki enstrümantaller ve altyapılar bilinçli olarak sade bir
yapıda. Buna rağmen bazı parçalarda ister istemez sadelik basitliğe dönüşüyor.
Albümün ufak sıkıntılarından biri bu. Ancak kaydın en önemli özelliği ise
vokali ön plana çıkartırken Lana’nın bunu çok özel bir biçimde kullanması
oluyor. Sesindeki iniş-çıkışları ve farklılaşmayı fazlasıyla doğru bir şekilde
ayarlayan sanatçı, aynı kalıbın içinde farklı tatları yakalıyor.
Vokalin
çeşitliliği için öncelikle koro çıkışlarıyla dikkat çeken National Anthem akla
geliyor. Aynı zamanda da parça, “Red, white, blue is in
the sky.” sözleriyle bayraklarına ve -dikkatli bakıldığında- albümün kapağına selam
çakıyor. Carmen’deki Fransızca bölümde ise bizlere sanki kasvetli ve bol ödüllü
bir Fransız filminden soundtrack dinletiliyor. Off to the Races ise özellikle “Races
/ cases / chasers” bölümündeki şaşırtan incelikteki vokallerle de bu farklılığa
başka bir örnek.
Albümün en
çok akılda kalan işlerinden Dark Paradise, yakalayıcı nakaratıyla dinleyeni
hemen kendisine bağlıyor: “Every time I close my eyes, it's like a dark
paradise. No one compares to you. I'm scared that you won't be waiting on the
other side.”. Aynı zamanda şarkı, bu albümün daha geniş baskısı olan Born to
Die: The Paradise Edition’ın ismine de ilham olmuş. Bunun dışında, Summertime Sadness ise kaydın en özel işlerinden biri. Hem de hem orijinal hali hem de
remix’iyle birlikte: Cedric Gervais imzalı Grammy ödüllü bu remix, 2013 yazının
marşlarından biri oldu. Özellikle yabancı pop ağırlıklı çalan Türk radyoları,
günde 100 defa çalıyordu. Parça, adından da anlaşıldığı üzere albümün hüzünlü
yapısının bir başka güzelliği.
Genel
anlamda bakıldığında baştan sona büyük bir zevkle dinlenebilen albüm, Lana’nın
bu ihtişamlı kariyer yolculuğunun da en önemli durağı gibi gözüküyor. Albümden
çıkan bütün single’lar dünya çapında hit oldu ve böylelikle de kayıt 7 milyonun
üzerinde sattı. En önemlisi de sanatçının o karakteristik sesiyle birlikte bir
indie proje olarak tasarlanan albüm, şarkıcıyı ana akıma taşıdı. Böylelikle de
indie pop’un dünya genelindeki etkisi önemli bir yere taşındı. Bu albüm, indie
pop’un kutsal kitaplarından biri!
Kaynak: 1
Kaynak: 1