18 Nisan 2018


   


İhtişamlı Yolculuğun En Önemli Durağı Olan Albüm


Lana Del Rey- Born to Die

8,5/10






  
       Amerikalı sanatçı Elizabeth Woolridge Grant, ilk önce Lizzy Grant daha sonra da Lana Del Ray olarak girdiği müzik piyasasında Ray’i Rey olarak değiştirdiği andan itibaren hayatımızda. Popüler kültürün önemli bir parçası olan şarkıcı, 50 ve 60’ların Amerika’sına ait retro bir tarza sahip. Bu orijinalliğin yanında bir de fotojenik güzelliğini eklediğimizde ise ortaya modern bir drama ikonu çıkıyor. Sanatçı, eski ismiyle 2010 yılında yayımladığı ilk albümünde Yayo ve Kill Kill gibi işlerle hiç de fena olmayan bir çıkış yapmıştı. Ancak şarkıcı, esas çıkışını ise 2 yıl sonra piyasaya sürdüğü Born to Die eseriyle yaptı. Bu albümün kalitesi ve inkar edilemez pr’ı ile birlikte, “genç kızların onun gibi; erkeklerin de  onunla birlikte” olmak istediği bir ikona dönüştü.


            Kayda adını veren parça Born to Die ile açılan albüm, ilk saniyesinden itibaren yoğun bir şekilde kullanılan yaylı ağırlıklı klasik müzik altyapılarıyla birlikte bizlere bir baroque pop şöleni sunuyor. Aynı zamanda minimalist beat’leriyle genel olarak indie pop olarak adlandırılabilen bu tarz, albümün bütününe de hakim. Retro vokal tarzı ve görsel imajının yanında modern altyapılar harmanlandığında, ortaya böyle orijinal bir iş çıkıyor. Klibinde yalnız bir alanda tahtta oturduğu bu şarkı ise sanatçının hüzünlü ancak görkemli işlerinin bir özeti gibi. Özellikle de “Come and take a walk on the wild side. Let me kiss you hard in the pouring rain.” bölümündeki vokal varyasyonu muazzam.


            Video Games, albümün şüphesiz en önemli işlerinden biri: İlk single olarak yayımlanan parça, Lana’nın ne kadar başarılı bir balad yazarı olduğunun kanıtı. Çoğunlukla hüzünlü aşk hikayeleri anlatan sanatçının sözleriyle de dinleyeni etkilediği bir şarkı bu: “Heaven is a place on earth with you.” gibi sözler, duygu yoğunluğunu lirikal açıdan da bizlere sunuyor. Blue Jeans ise fazlasıyla eleştirilen ve tamamının olduğu videosu kaldırılan “gergin” SNL performansının haricinde hafızalarda tatlı bir şekilde yer eden başka bir Lana hiti. Sözlerinden de rahatça anlaşılabildiği üzere şarkıcının eski sevgilisini James Dean’e benzettiği bu şarkı, aynı zamanda vokal anlamında da çok etkileyici.


            Albümün genelindeki prodüksiyonda olduğu gibi Del Rey’in fazlasıyla ön plana çıkan vokallerinin ekseninin ardındaki enstrümantaller ve altyapılar bilinçli olarak sade bir yapıda. Buna rağmen bazı parçalarda ister istemez sadelik basitliğe dönüşüyor. Albümün ufak sıkıntılarından biri bu. Ancak kaydın en önemli özelliği ise vokali ön plana çıkartırken Lana’nın bunu çok özel bir biçimde kullanması oluyor. Sesindeki iniş-çıkışları ve farklılaşmayı fazlasıyla doğru bir şekilde ayarlayan sanatçı, aynı kalıbın içinde farklı tatları yakalıyor.


            Vokalin çeşitliliği için öncelikle koro çıkışlarıyla dikkat çeken National Anthem akla geliyor. Aynı zamanda da parça, “Red, white, blue is in the sky.” sözleriyle bayraklarına ve -dikkatli bakıldığında- albümün kapağına selam çakıyor. Carmen’deki Fransızca bölümde ise bizlere sanki kasvetli ve bol ödüllü bir Fransız filminden soundtrack dinletiliyor. Off to the Races ise özellikle “Races / cases / chasers” bölümündeki şaşırtan incelikteki vokallerle de bu farklılığa başka bir örnek.

            Albümün en çok akılda kalan işlerinden Dark Paradise, yakalayıcı nakaratıyla dinleyeni hemen kendisine bağlıyor: “Every time I close my eyes, it's like a dark paradise. No one compares to you. I'm scared that you won't be waiting on the other side.”. Aynı zamanda şarkı, bu albümün daha geniş baskısı olan Born to Die: The Paradise Edition’ın ismine de ilham olmuş. Bunun dışında, Summertime Sadness ise kaydın en özel işlerinden biri. Hem de hem orijinal hali hem de remix’iyle birlikte: Cedric Gervais imzalı Grammy ödüllü bu remix, 2013 yazının marşlarından biri oldu. Özellikle yabancı pop ağırlıklı çalan Türk radyoları, günde 100 defa çalıyordu. Parça, adından da anlaşıldığı üzere albümün hüzünlü yapısının bir başka güzelliği.


            Genel anlamda bakıldığında baştan sona büyük bir zevkle dinlenebilen albüm, Lana’nın bu ihtişamlı kariyer yolculuğunun da en önemli durağı gibi gözüküyor. Albümden çıkan bütün single’lar dünya çapında hit oldu ve böylelikle de kayıt 7 milyonun üzerinde sattı. En önemlisi de sanatçının o karakteristik sesiyle birlikte bir indie proje olarak tasarlanan albüm, şarkıcıyı ana akıma taşıdı. Böylelikle de indie pop’un dünya genelindeki etkisi önemli bir yere taşındı. Bu albüm, indie pop’un kutsal kitaplarından biri!

Kaynak: 1