Harry Styles'ın Kalbini ve Ruhunu Özgürleştiren Albüm
Harry Styles- Fine Line
7,5/10
Kaynak: Wannart
“Bu albüm, tamamen seks ve hüzün ile ilgili.”
İkinci solo albümü için Rolling Stone röportajında açıkça bu
sözleri dile getiren şarkıcı, kariyerine ise adeta popüler kültürün içinde
doğarak başladı: İngiltere’nin Cheshire şehrinin bir kasabasında bir fırıncı
çırağı olarak çalışırken, henüz 16 yılında katıldığı The X Factor sayesinde hayatı
kurtuldu! Harry Styles, bu yarışmayla kurulan One Direction grubu ile kısa
sürede “dünya üzerindeki en büyük boy band’in en önemli üyesi” sıfatına erişti.
Müzik sektörünü yakından takip edenlerin bildiği üzere, her
jenerasyonun boy band’lerinin yarattığı etki devasa olsa da başarı ömürleri her
zaman kısa olur. Önemli olan ise boy band’den sağ kalan üye ya da üyelerden
biri olabilmektir: Bunun tartışmasız en önemli iki örneği olan Justin
Timberlake ('N Sync) ve Robbie Williams (Take That) sonrasında ise -Blue
döneminden sağ kalan biri çıkmayınca- bu isimleri devam ettirecek kişi Harry
Styles gibi görünüyor.
One Direction’ın diğer üyelerine kıyasla, kendi adını
taşıyan ilk solo kaydı olan Harry Styles (2017) ile kendine daha sağlam ve daha
farklı bir yol çizen şarkıcı, bu albüm ile birçok başarılı hite imza attı.
Bununla birlikte, bir önceki cümlemizdeki “farklı” sıfatını açacak olursak, tam
anlamıyla bir teen pop idolü olan sanatçı, kafesinden özgür bırakılınca
piyasadaki “çoğu rock müzisyeninden daha rock” bir retro pop-rock tarzına geçiş
yaptı. SNL’deki esprisi kesinlikle aslında çok yerinde kullanılmış: “I’m not
in a boy band anymore, i’m in a man band now.”
Bu albümün hiç şüphesiz göz bebeği olan olan ilk teklisi Sign of the Times, hiç de bir pop idolünün ilk solo albümünün ilk single’ı olacak
bir fabrikasyon ürün değildi; 6 dakikaya yakın sıra dışı süresiyle mükemmel bir
soft rock eseriydi. Graham Norton’daki performansını ise sıkılmadan defalarca
izleyebilirsiniz. Kiwi ise özellikle şuradaki kaydında da görülebileceği
üzere tek kelimeyle enerjik bir rock parçasıydı!
İkinci solo albüm Fine Line (2019) ise sanatçının ilk
albümündeki ruh halini daha da özgürleştirmeyi başarıyor. İlk albümdeki tarz
bütünlüğü, burada da korunmayı biliyor ve yine karşımızda bilgisayar
kullanımının neredeyse çok az olduğu, yani tamamı enstrümanlarla yapılan ve
funk ile soul’dan esinlenen bir pop rock kaydı duruyor. Albümü dinleyince, 21.
Yüzyıl piyasasında artık nadiren denk geldiğimiz bilgisayarsız pop rock müziğini de gerçekten özlediğimizi fark ediyoruz! Ayrıca Styles, başarılı ilk
albümüne göre daha da mutlu ve daha da özgür, bunu hissedebiliyorsunuz. Apple
Music’te çalışan efsane isim Zane Lowe ile Styles’ın LA’deki evinin bahçesindeki
samimi röportajdan da bunu anlayabilirsiniz.
Styles’ın, piyasa müziği üretmek zorunda olduğu boy band’i
ve sonrasında da başarılı bir kayıt çıkarmak zorunda olduğu ilk albümü
dönemlerine kıyasla şu an daha özgür olduğunu hep vurguluyoruz. Hatta giyim
tarzının bile bu açıdan sınırlarının çok ötesine geçip özgürleştiğini söylemek
mümkün: Instagram’ındaki balerin paylaşımları ve Google’a Harry Styles Met
Gala yazılınca gördüğümüz fotoğraflar da bunun bir göstergesi. Bu açıdan
cinsiyet sınırlarının ötesinde David Bowie-vari bir dönüşüme başlayan şarkıcı, Pitchfork’un
albüm incelemesinde de değinildiği gibi Bowie’den fazlasıyla ilham almışa
benziyor.
Albümün açılışını yapan Golden, promosyon için daha önce
çıkmış single’ların da beklentiyi yükseltmesinden ötürü, albümden beklediğimiz seviyede
bir giriş değil. En azından “La la la la” bölümleriyle akılda kalmayı
başarabilen bu tekdüze eser, sanatçının daha önce değindiğimiz Zane Lowe
röportajında belirttiği üzere ona arkadaşlarıyla geçirdiği sıcak Malibu
günlerini hatırlatıyormuş. Şarkı 1 günde yazılmış ve o günün sonunda da bunun
albümün giriş parçası olmasına karar verilmiş!
Watermelon Sugar ise bir soru-cevap etkinliğinde görebileceğiniz gibi yine 1 günde yazılmış ancak tam 1 yılda kaydedilmiş bir
eser. Styles, parça çıkmadan önce attığı tweet ile “Kiwi walked so Watermelon
Sugar could run” diyerek bu şarkıyı haliyle isim olarak ilk albümdeki Kiwi'yle
kıyaslamıştı. Şarkının isminin esas anlamı ise muhtemelen şarkıcının eski kız
arkadaşı Camille Rowe’un Elle röportajında da belirttiği üzere en sevdiği
kitap olan In Watermelon Sugar (Richard Brautigan) eserinden geliyor. Ancak
bu kadar ince tasarlanmış bu eserin nakaratı, sürekli tekrarlanan Watermelon
sugar high dizesinden daha yaratıcı bir düzeyde olsaydı, şarkı tam anlamıyla
bir klasik pop / funk hiti olabilirdi; bu haliyle ise keyifli ancak tekrar
tekrar zor dinlenebilen bir eser olarak kalmış.
Funk etkili bir başka single olan Adore You, özellikle bas
gitar yürüyüşleriyle ve vokal enerjisiyle ünlü müzik eleştirmeni Anthony
Fantano’nun da gözlemlediği gibi Maroon 5 hitlerini andırıyor. Albümün en
değerli çalışmalarından biri olduğu ise kesin. Ayrıca, Eroda (yani tersten
yazılmış Adore) isimli hayali bir adada geçen ve izleyenlerin yüzlerinde tatlı
bir gülümseme bırakan muazzam videosu da şarkıya ayrı bir sempati katıyor.
Lights Up, albümün ilk teklisi olarak ulusal Coming Out gününde
yani 11 Ekim’de yayımlandığımda ise Styles, dinleyicilerini kalplerinin tam
ortasından vurmayı ve onları şaşırtmayı başardı. Hem o günün anlamı, hem de
şarkının sözleri ve oldukça sanatsal müzik videosu ile sanatçı, (en azından) biseksüel
olduğunu açıklamış oldu. Klipteki ışıklardaki ve ojelerindeki pembe-mavi
renkler ile insanlarla samimi olduğu o sahnelerden de bu anlaşılabilir. Bu
arada James Corden’ın yerine sunuculuk yaptığı monoloğunun sonunda da o sahnelere
ince bir gönderme yapmıştı.
“Shine, step into the light
Shine, so bright sometimes
Shine, I'm not ever going back”
Özellikle, şarkının herhangi bir nakaratı olmadığı için
yukarıdaki bu köprü bölümü, adeta parçanın zirvesi oluyor; şarkıyı bir dağa
benzetirsek, dağın zirvesindeki bu kısımdan sonra da parça sizi yavaş yavaş aşağıya
indirmeye başlıyor. Bu sebeple de kısa bir süreye sahip olan eser, hem bu
yakalayıcı karakteri hem de Styles’ın özgürleşen ruhunu yansıtan vokalleriyle
loop’ta kolayca dinlenebilen bir hite dönüşüyor. Back vokal korosunun yarattığı blue-eyed soul havası da şarkıyı zenginleştiren ayrı bir unsur. Özetle, hem
albümün hem de 2019 yılının en etkileyici single’larından birinin de bu hit
olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Cherry, duygu yoğunluğu fazla hissedilemese de ortalama üstü
bir indie-folk grubu işini andıran ve arpejleriyle akılda kalan bir folk
parçası oluyor. Şarkı, tamamen sanatçının eski kız arkadaşı Camille Rowe’a
adanmış bir iş. Hatta eserin sonunda da onun sesi duyuluyor: Styles,
telefonunda ses kaydı açık halde gitar çalarken o da arka planda biriyle
telefonda konuşuyormuş. Daha sonra ise şarkıcı, ondan izin alarak bu kaydı
parçaya ekletmiş.
Albümün en değerli parçalarından olan Falling, her ne kadar
-tıpkı albümün genelindeki gibi- aşırı orijinal şarkı sözlerine sahip olmasa
bile özellikle tiz vokal iniş-çıkışlarındaki hissiyat ve parçanın bütünlüğü
itibariyle oldukça akılda kalıcı bir iş. Kendisini defalarca dinlettirebilen bu
piyano baladının, özellikle sonlarına doğru karşılaştığımız “And I get the
feeling that you'll never need me again” bölümü ise ayrı bir etkileyici.
To Be So Lonely, şarkıcının albüm yazım sürecinde tek başına
gittiği Japonya gezisinde bestelediği eserlerden biri. Taşınması kolay diye
yanında guitalele (ukulelenin büyüğü-gitarın küçüğü) götürmüş. Japonya
seyahati hakkında ise Ellen’a da konuşmuştu. Şarkıya dönecek olursak, akustik
gitarların en fazla ön plana çıktığı bu eser, aynı zamanda “And I'm just an
arrogant son of a bitch, who can't admit when he's sorry” dizeleriyle de akılda
kalmayı başarıyor.
“She, she lives in daydreams with me
She's the first one that I see, and I don't know why
I don't know who she is”
Bu nakarata sahip She ise kesinlikle albümün en önemli hitlerinden
biri. Hatta nakaratı okurken bile bu dizeleri istemsiz bir şekilde melodiyle
söyleyebilirsiniz. 6 dakikalık bu klasik rock şarkısı, sonlarındaki gitar
solosuyla da kaydın en retro tarzına sahip işi diyebiliriz. Yine de hem teknik
hem de duygu yönünden solo daha sağlam bir karakterde olabilirdi ancak bu
haliyle de hem back vokalleri hem de melodisiyle henüz ilk dinleyişte bile benimsenebilen
bir eser olmayı biliyor.
Treat People With Kindness, Harry Styles’ın 2017’deki ilk
albüm solo turnesinden beri kullandığı aynı isimli bir promosyon sloganından
adını almış. ABBA’dan etkilenildiği belli olan disco tarzı vokallerle akılda
kalan eser, ismi gibi pozitif mesaj dolu bir enerjiye sahip. Aynı zamanda da
Lights Up’ın sözlerindeki en can alıcı soru olan Do You Know Who You Are? için
oluşturulmuş doyouknowwhoyouare.com internet sitesine isminizi yazdığınızdaki
mesajda karşınıza çıkan TPWK kısaltmasının da açılımı!
Genel anlamda ise albüm, ilk kayıttaki Sign of the Times hiti seviyesinde bir işe sahip değil gibi görünüyor ancak bize bunun doğru olup
olmadığını zaman gösterecek. Yine de her ne kadar Styles’ın şarkı sözü ve beste
yazarlığı belli bir sınıra sahip olsa da sanatçının günden güne kalıplarını
aştığını, rock grubuyla birlikte hem kalbini hem de ruhunu daha da özgürleştirdiğini
hissedebilirsiniz. Bu nedenle gelecek için inanılmaz umut vadeden bir albüm bu,
TPWK!