Albert Camus'ye Göre Sanatçıların Asıl Görevi Nedir?
“Je ne puis vivre
personnellement sans mon art.
Mais je n’ai jamais
placé cet art au-dessus de tout.”
Albert Camus, sanatın kendi
hayatındaki anlamı hakkında “Şahsen ben, sanatım olmadan yaşayamam. Ama hiçbir
zaman da onu her şeyin üzerinde tutmadım.” şeklinde çevirebileceğimiz bu
cümleleri kurarken sonrasına ise şu sözleri ekliyordu: “Fakat ona ihtiyacım
var, bunun nedeni onu dostlarımdan ayıramayacak olmam; sanatımın yaşamama izin
vermesi; ona başvurmaksızın şimdiki düzeyde yaşamamın mümkün olmaması.”
Yazar, üzerine düşündüren bu cümleleri
kurduğu anda ise yıl 1957’ydi ve büyük bir gösteri salonundaki görkemli bir
kürsüde duruyordu. Elinde ise o yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü tutuyordu.
Camus, edebiyat ile az çok ilgili
olan herkesin bildiği gibi, 1942 yılında yayımlanan Yabancı (L'Étranger) adlı
muazzam eserin sahibi Cezayir asıllı Fransız bir sanatçıydı. Aynı zamanda, Veba (La
Peste) ve Düşüş (La Chute) gibi oldukça derin romanların da yazarı olan sanatçı,
her ne kadar eserleriyle -haliyle- Varoluşçuluk ve Absürdizm alanlarında ilişkilendirilmiş
olsa da kendini hiçbir akıma bağlı hissetmemiş.
44 gibi Nobel için “genç”
denilebilecek bir yaşta bu onura layık görülen Camus, maalesef ödülü aldıktan 3
yıl sonra ise bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı. Ayrıca ilginç bir bilgi:
Öldükten sonra montunun cebinde kullanılmamış bir tren bileti bulunmuş. Büyük
ihtimalle varacağı yere trenle gitmekten vazgeçip arabasına binmişti.
Hayata böyle trajik bir şekilde
gözlerini yuman Camus, ardında ise sonsuza kadar yaşayacak olan ve Nobel’e yakışır
birbirinden özgün sanat eserleri bıraktı. Albert Camus’nün 1957 yılında ödülü aldığında
yaptığı konuşma ise tarihe geçecek nitelikte bir özene sahipti. Konuşma, dilimize
çevrilmiş halinden, İngilizce versiyonundan ya da yazarın kendi sesiyle
Fransızca orijinal halinden ulaşılabildiği üzere oldukça anlamlı mesajlar
içeren bir teşekkür yazısı. Bununla birlikte, daha önce incelediğimiz Bir Nevi Dipnot kanalı da ödül
anının ufak ama oldukça değerli bir parçasına tanık olmamızı sağlıyor: “Sanatçılar,
insanları yargılamaktan ziyade anlamakla yükümlüdürler.”
Camus’nün konuşmasında bize
aktardığı birçok önemli husus bulunmasına rağmen bunlardan belki de en çok
dikkat çekeni ise sanatçıların genel anlamdaki görevlerinin esasen neler
olduğunu açıklaması. Öncelikle yazar, ödül aldığı kürsüde şu cümleleri kuruyor:
“Yaşamın sunabileceği her
koşulda, bilinmezlikte de geçici şöhrette de zorbalar tarafından zincirli veya
kendini ifadede özgür bile olsa, yazar (sanatçı) bu canlı toplumun desteğini ve
kalbini kazanabilir. Bunun için de kendi yeteneğiyle kapsayacağı ve sanatına
yücelik katacak o görevi üstlenmesi gerekir: Kendini gerçeğin ve özgürlüğün
hizmetine sunmak. Yazarın (sanatçının) görevi, olabilecek en fazla sayıda
insanı bir araya getirmek olduğu için, sanatında, yalnızlığı besleyen o
yalanlara ve hizmetkarlığa boyun eğmemelidir. Kişisel zaaflarımız ne olursa
olsun, sanatta asalet yerine getirmesi zor iki taahhütle kazanılır: Aslını bile
bile yalan söylememek ve baskıya direnmek.”
Böylelikle yazara göre, sanatçıların
asıl görevinin kendilerini gerçeğin ve özgürlüğün hizmetine sunmak olduğunu anlıyoruz.
Aslında eserlerinde çoğunlukla varoluşsal anlamda kişisel sorunlara yönelen yazar,
genel olarak sanatçılar üzerinde yaptığı çıkarımda ise daha kapsamlı bir yönde
ilerliyor: Sanatçının toplumu birleştirici bir güç olmasını ve bunu yaparken de
gerçekten ve özgürlükten kaçmaması gerektiğini dile getiriyor.
Bununla birlikte Camus, konuşmasının
devamında sanatçıların bu görevlerinin niteliklerini daha da
belirginleştiriyor: “Gerçek gizemli, güvenilmez ve her zaman fethedilmeye
hazırdır. Özgürlük tehlikeli, onunla yaşamak zordur, ancak bir o kadar da
mutluluk vericidir. Bu iki hedefe doğru, acıyla ve azimle ve yol boyunca
yapacağımız hataların önceden farkında olarak yürümeliyiz.”
Ayrıca, sanata “kafa yoran” her
insanın en az 1 defa kendine sorduğu klasik konu olan Sanat, sanat için midir yoksa toplum için mi? sorunsalının cevabı ise anlaşıldığı üzere Albert Camus’ye göre
topluma çıkıyor:
“Sanat, sanatçıyı, toplumdan uzak
kalmamaya mecbur kılar, onu en mütevazı ve en evrensel gerçeğe tabi kılar. Çoğu
zaman, kendini toplumdan farklı hissettiği için sanatçı gibi yaşamayı seçen
kişi, bir süre sonra, eğer toplumun geri kalanına benzediğini kabul etmezse, ne
sanatını ne de farkını koruyabileceğini görür. Sanatçı kendini, onsuz
yapamayacağı bir güzellik ile kendini koparamayacağı toplum arasında bir yerde
konumlandırır. İşte, bu yüzden gerçek sanatçılar hiç kimseyi ve hiçbir şeyi hor
görmezler. İnsanları yargılamaktan ziyade, anlamakla yükümlüdürler.”
Sanat olmadan yaşayamayan; ancak
sanatı da her şeyin üstünde tutmayan, gerçeğin peşinde ve özgürlüğüne sahip çıkan
sanatçılar, asıl görevlerini yerine getirmiş olacaklardır.
Camus, keşke o trene binseydin ve
fikirlerinden insanlığa daha fazla armağan bırakabilmiş olsaydın!