6 Aralık 2018


Albert Camus'ye Göre Sanatçıların Asıl Görevi Nedir?




“Je ne puis vivre personnellement sans mon art.
Mais je n’ai jamais placé cet art au-dessus de tout.”

Albert Camus, sanatın kendi hayatındaki anlamı hakkında “Şahsen ben, sanatım olmadan yaşayamam. Ama hiçbir zaman da onu her şeyin üzerinde tutmadım.” şeklinde çevirebileceğimiz bu cümleleri kurarken sonrasına ise şu sözleri ekliyordu: “Fakat ona ihtiyacım var, bunun nedeni onu dostlarımdan ayıramayacak olmam; sanatımın yaşamama izin vermesi; ona başvurmaksızın şimdiki düzeyde yaşamamın mümkün olmaması.”




Yazar, üzerine düşündüren bu cümleleri kurduğu anda ise yıl 1957’ydi ve büyük bir gösteri salonundaki görkemli bir kürsüde duruyordu. Elinde ise o yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü tutuyordu.


Camus, edebiyat ile az çok ilgili olan herkesin bildiği gibi, 1942 yılında yayımlanan Yabancı (L'Étranger) adlı muazzam eserin sahibi Cezayir asıllı Fransız bir sanatçıydı. Aynı zamanda, Veba (La Peste) ve Düşüş (La Chute) gibi oldukça derin romanların da yazarı olan sanatçı, her ne kadar eserleriyle -haliyle- Varoluşçuluk ve Absürdizm alanlarında ilişkilendirilmiş olsa da kendini hiçbir akıma bağlı hissetmemiş.

44 gibi Nobel için “genç” denilebilecek bir yaşta bu onura layık görülen Camus, maalesef ödülü aldıktan 3 yıl sonra ise bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı. Ayrıca ilginç bir bilgi: Öldükten sonra montunun cebinde kullanılmamış bir tren bileti bulunmuş. Büyük ihtimalle varacağı yere trenle gitmekten vazgeçip arabasına binmişti.


Hayata böyle trajik bir şekilde gözlerini yuman Camus, ardında ise sonsuza kadar yaşayacak olan ve Nobel’e yakışır birbirinden özgün sanat eserleri bıraktı. Albert Camus’nün 1957 yılında ödülü aldığında yaptığı konuşma ise tarihe geçecek nitelikte bir özene sahipti. Konuşma, dilimize çevrilmiş halinden, İngilizce versiyonundan ya da yazarın kendi sesiyle Fransızca orijinal halinden ulaşılabildiği üzere oldukça anlamlı mesajlar içeren bir teşekkür yazısı. Bununla birlikte, daha önce incelediğimiz Bir Nevi Dipnot kanalı da ödül anının ufak ama oldukça değerli bir parçasına tanık olmamızı sağlıyor: “Sanatçılar, insanları yargılamaktan ziyade anlamakla yükümlüdürler.”


Camus’nün konuşmasında bize aktardığı birçok önemli husus bulunmasına rağmen bunlardan belki de en çok dikkat çekeni ise sanatçıların genel anlamdaki görevlerinin esasen neler olduğunu açıklaması. Öncelikle yazar, ödül aldığı kürsüde şu cümleleri kuruyor:

“Yaşamın sunabileceği her koşulda, bilinmezlikte de geçici şöhrette de zorbalar tarafından zincirli veya kendini ifadede özgür bile olsa, yazar (sanatçı) bu canlı toplumun desteğini ve kalbini kazanabilir. Bunun için de kendi yeteneğiyle kapsayacağı ve sanatına yücelik katacak o görevi üstlenmesi gerekir: Kendini gerçeğin ve özgürlüğün hizmetine sunmak. Yazarın (sanatçının) görevi, olabilecek en fazla sayıda insanı bir araya getirmek olduğu için, sanatında, yalnızlığı besleyen o yalanlara ve hizmetkarlığa boyun eğmemelidir. Kişisel zaaflarımız ne olursa olsun, sanatta asalet yerine getirmesi zor iki taahhütle kazanılır: Aslını bile bile yalan söylememek ve baskıya direnmek.


Böylelikle yazara göre, sanatçıların asıl görevinin kendilerini gerçeğin ve özgürlüğün hizmetine sunmak olduğunu anlıyoruz. Aslında eserlerinde çoğunlukla varoluşsal anlamda kişisel sorunlara yönelen yazar, genel olarak sanatçılar üzerinde yaptığı çıkarımda ise daha kapsamlı bir yönde ilerliyor: Sanatçının toplumu birleştirici bir güç olmasını ve bunu yaparken de gerçekten ve özgürlükten kaçmaması gerektiğini dile getiriyor.

Bununla birlikte Camus, konuşmasının devamında sanatçıların bu görevlerinin niteliklerini daha da belirginleştiriyor: “Gerçek gizemli, güvenilmez ve her zaman fethedilmeye hazırdır. Özgürlük tehlikeli, onunla yaşamak zordur, ancak bir o kadar da mutluluk vericidir. Bu iki hedefe doğru, acıyla ve azimle ve yol boyunca yapacağımız hataların önceden farkında olarak yürümeliyiz.”


Ayrıca, sanata “kafa yoran” her insanın en az 1 defa kendine sorduğu klasik konu olan Sanat, sanat için midir yoksa toplum için mi? sorunsalının cevabı ise anlaşıldığı üzere Albert Camus’ye göre topluma çıkıyor:

“Sanat, sanatçıyı, toplumdan uzak kalmamaya mecbur kılar, onu en mütevazı ve en evrensel gerçeğe tabi kılar. Çoğu zaman, kendini toplumdan farklı hissettiği için sanatçı gibi yaşamayı seçen kişi, bir süre sonra, eğer toplumun geri kalanına benzediğini kabul etmezse, ne sanatını ne de farkını koruyabileceğini görür. Sanatçı kendini, onsuz yapamayacağı bir güzellik ile kendini koparamayacağı toplum arasında bir yerde konumlandırır. İşte, bu yüzden gerçek sanatçılar hiç kimseyi ve hiçbir şeyi hor görmezler. İnsanları yargılamaktan ziyade, anlamakla yükümlüdürler.”


Sanat olmadan yaşayamayan; ancak sanatı da her şeyin üstünde tutmayan, gerçeğin peşinde ve özgürlüğüne sahip çıkan sanatçılar, asıl görevlerini yerine getirmiş olacaklardır.

Camus, keşke o trene binseydin ve fikirlerinden insanlığa daha fazla armağan bırakabilmiş olsaydın!

Kaynak: 1, 2.