23 Nisan 2018






Her Parçasıyla Kalpleri Fetheden Albüm

Coldplay- A Rush of Blood to the Head

8,5/10







       
     1996 yılında Londra’da  birkaç üniversite arkadaşı tarafından kurulan Coldplay, şu an hem İngiltere’nin hem de dünyanın en baba topluluklarından biri. Günümüze kadar birçok “loop’luk” albüme imza atıp sayısız hiti kulaklarımızla buluşturan grup, daha ilk kayıtları Parachutes (2000) yayımlandığı anda bunun sinyallerini vermişti. Grammy ve Brits Ödülleri’ini eve götüren bu efsane kayıt ile topluluk, albümdeki Trouble ve şurada incelediğimiz Yellow gibi parçalar ile birlikte, “müzisyen fabrikası” İngiltere’den çıkan bir başka “yüksek kaliteli ürün” olmuştu. Devamında ise 2 yıl sonra A Rush of Blood to the Head albümü ile grup, artık kalıcı olarak en üst seviyedeydi.



            Albüm, grubun en önemli özelliklerinden birini kendisine karakter olarak benimsiyor: Muhteşem şarkı yazarlığı. Parçaların sözleri ve bestelerinde grubun 4 üyesinin de emeği var. Bu nedenle de tıpkı “eski” muadillerinden Radiohead albümleri gibi tam bir topluluk eseri bu. Vokal Chris Martin’in naif sesinden ve sihirli piyano parmaklarından tutun, gitarist Jonny Buckland’ın birbirinden dolu akor ve riff’lerine kadar birçok güzellik burada. Ayrıca, günümüzde grubun aşırı pop’laşmasından ötürü davulun çok arka plana atılmasıyla baterist Will Champion’ın yeteneği de geri planda kalıyordu. Ancak bu albümde, özellikle bazı parçalarda resmen Champion şov var. Bütün bu ögelerle birlikte albümün ne kadar ekip işi olduğunu anlayabiliyoruz.
            “Coldplay’i Coldplay yapan nedir?” diye sorulduğunda ise çoğu müziksever şu cevabı verecektir: Piyanonun fazlasıyla hissedildiği ve kadife sesli vokalli alternatif rock. Bu albüm, bütün bu tanımlamanın bir özeti. En önemlisi ise kayıttaki şahane şarkı yazarlığı, her parçada ayrı ayrı hissedilebiliyor. Coldplay’in en sevilen özelliklerinin, en kaliteli örneklerinden bir derleme gibi bir albüm bu. Açılışı Politik ile yapan eser, agresif enstrümantalleriyle dinleyicinin suratına adeta bir tokat gibi çarpıyor. Parçanın da aslında amacı bu: Şarkı, 9/11 olaylarından hemen sonra yazılmış ve bize “Open up your eyes” diyerek dünyadaki problemlere kayıtsız kalmamamızı söylüyor.


            In My Place, grubun belki de her üyesinin etkinliğinin en yoğun hissedildiği işlerinden biri. Herkes görevini başarıyla yapınca, ortaya bu denli tatlı bir eser ortaya çıkıyor. Aynı zamanda, Guitar Hero 5 oyununda da çalınması aşırı zevk veren şarkı, Buckland’in gitarlarının huzur veren önderliğinde dinleyiciye “kaliteli grup müziği”ini dinlediğini hissettiriyor. Ardından gelen, God Put a Smile Upon Your Face ile aynı kaliteyi devam ettiren topluluk, sözleriyle de yaşadığımız hayata şükretmemiz gerektiğini ve ölümden sonra gideceğimiz yeri bilmediğimizi söylüyor. Hem sözleriyle hem de gitarların öne çıktığı bestesiyle albümün önemli parçalarından.

             The Scientist ise belki de Coldplay’in hayatımıza en çok dokunan şarkılarından biri. Anlattığı hikayesi ve derinliğiyle her anlamda kusursuz bir alternatif rock eseri. Üstelik, terse akan müzik klibi de gerçekten “ikonik” dediğimiz bir video. Hatta Martin de sırf bunun için sözleri tersten ezberlemek zorunda kalmış. Şarkı ve video bu anlamda ayrılmaz bir ikili gibi: Özellikle de  “Oh take me back to the start.” dizesi ile klibin uyumu resmen eşsiz. Parça, ilişkilerdeki ayrılıkları en doğal haliyle bizlere anlatırken Martin’in vokal performansındaki duygusallık ise insanı adeta hipnotize ediyor.


            Coldplay piyanosunun zirvelerinden biri olan Clocks, akıllara yerleşen o melodisiyle ve Martin’in “You are” falsetto’larıyla grubun en özel işlerinden biri olduğunu kanıtlıyor. “The lights go out and I can't be saved. Tides that I tried to swim against. Have brought me down upon my knees. Oh I beg, I beg and plead” gibi etkileyici sözleriyle de bir “kurtuluş” arayışındayız. Ayrıca parça, 2009 yılında David Guetta ve Kelly Rowland hiti When Love Takes Over’a da sample olarak kullanılmıştı. Albümün bir başka güzelliği Green Eyes ise her ne kadar kaydın en değerli parçalaraından olsa da çoğu Coldplay konserinde çalınmadı: Martin’in o zamanki eşi (mavi gözlü) ünlü aktris Gwyneth Paltrow’dan önceki “yeşil gözlü” sevgilisine yazdığı bu şarkının Paltrow’u etkilemesini istemedi. Böylece, “Honey you are a rock upon which I stand.” gibi enfes bir dizeyle başlayan bu şarkı, grubun en underrated eserlerinden oldu.


            Albümle aynı adı taşıyan A Rush of Blood to the Head ise kontrolsüz duygusallığı ifade eden intikam dolu sözleriyle gerçekten kaydın en unutulmaz parçalarından oluyor: “Said I'm gonna buy a gun and start a war. If you can tell me something worth fighting for.” sözleri, dinleyiciyi anında vuruyor. Genel anlamda ise albüm, daha önce ifade ettiğimiz gibi her parçasıyla kalpleri fetheden bir eser. Sadece albüm, ilk kısmındaki kalitesini ikinci kısmında biraz düşürüyor tek eksiği de bu. Özetle, yukarıda değindiğimiz bütün bu parçalar nedeniyle zevkle dinleyebileceğiniz bir Coldplay klasiği!

Kaynak: 1