14 Ağustos 2014

Jack White- "Lazaretto"





Mavi Adam & Dünyanın En Hızlı Kaydı

Jack White- "Lazaretto"



6,5/10




   
        40’ına merdiven dayamış biri olsa da Jack White, müzik sektörü için hiç de yaşlı değil, tabii ki hala yapacak çok işi var Leonard Cohen 80 oldu hala sahnede; yine de White’ı daha şimdiden bir müzik efsanesi olarak ilan etmek pek yanlış olmaz. Öncelikle, 4 yıl evli kaldığı ve hatta soyadını da aldığı eski eşi Meg White ile birlikte 1997’de kurdukları The White Stripes ile modern rock n roll müziğinde çığır açtıkları kesin. Grup, blues ve garage gibi türleri harmanlayarak oluşturdukları tarzlarıyla ve imajlarıyla kendi alanlarında ikonlaştı. İkili, “Blue Orchid”, “Fell in Love with a Girl”, “The Hardest Button to Button” ve “Icky Thump” gibi hitleriyle listelerde birçok başarı kazanıp ödülleri evlerine götürdü. Ve tabii ki melodisiyle müzik tarihine geçmiş, 2004 yılının “En İyi Rock Parçası” Grammy’sinin de sahibi, malum şarkı “Seven Nation Army” ise hala fazlasıyla popülerliğini korumakta, özellikle son yıllarda Avrupalı futbol taraftarlarının favori marşlarından biri oldu. Jack White, aynı zamanda “Steady, As She Goes” ve “Salute Your Solution” gibi hitler çıkarmış olan, 2011 yılında müziğe ara veren The Raconteurs’in yanında The Kills’in solisti Alison Mosshart’ın vokali olduğu The Dead Weather gruplarının da birer parçası oldu ve ikişer albüm de onlarla çıkardı. The White Stripes ikilisinin ise 3 yıl önce yollarını ayırmasından sonra grubun şarkılarının büyük bir bölümünün yazarı, davul dışında bütün enstrümanların sorumlusu ve frontman’i, kısacası her şeyi Jack White, kariyerine solo devam etme kararı aldı.



            The Whites Stripes’ın da albümlerini çıkartmış olan kendi plak şirketi Third Man Records’tan yayınlanan ilk solo albümü “Blunderbuss”, iki yıl önce piyasaya sürüldü. Eski grubunda yakaladığı havayı devam ettirmeye kararlı olan White, yine benzer bir müzik tarzıyla yol almaya devam etti: Albüm, Blues, Garage ve hatta kimi zaman Country ile Folk ezgileri de taşıyan çoğulcu karakteri, hit parça bolluğu, melodilerin sadeliği ve şarkıların düzenlemeleriyle, beklendiği gibi önemli bir başarı elde etti. Grammy’de ise “Yılın Albümü” ödülü adaylığı gibi erişilmesi zor noktalara bu sefer tek başına ulaştı ve basından oldukça pozitif eleştiriler aldı. Özellikle albümün enerjik hiti “Sixteen Saltines” başta olmak üzere, “Love Interruption”, “I’m Shakin” ve “Freedom at 21” gibi parçaları Jack White konserlerinin vazgeçilmez parçaları oldu.



            Bu yılın haziran ayında ise White’ın merakla beklenen ikinci solo albümü “Lazaretto” müzikseverlerle buluştu. Albüm, bir haftada 40.000 adet plak versiyonu satılarak da 1991’den beri ilk haftasında en fazla satın alınan plak olarak tarihe geçti. Aynı zamanda Jack White’ın Stripes ile birlikte albüm kapakları ve konser kostümlerinde sadece siyah, beyaz ve kırmızı renklerini kullanarak yarattıkları imajdan sonra “mavi” renk kullanımına geçmesinin “Blunderbuss”tan sonra burada da sürdüğü görülüyor. Bunun yanında da albümün esas ilginç özelliği de Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş olması: Jack White bu albümle, 3 saat, 55 dakika ve 21 saniye ile “Dünyanın En Hızlı Kaydedilen Stüdyo Albümü” ünvanının yeni sahibi oluyor. Müzik kaydı konusunda gerçekten de günümüz piyasasına önemli mesajlar vermeye devam ediyor White. Özellikle Neil Young’un da son albümü “A Letter Home”u White’ın kayıt makinesi olan küçücük bir kulübede kaydetmiş olması da oldukça dikkat çekici.




            “Lazaretto”nun açılışı, Bob Dylan’ın bile adına parça bestelediği efsanevi blues sanatçısı Blind Willie McTell’in 1928 yılında kaydedilmiş olan “Three Women Blues”un Jack White adaptasyonu “Three Women” ile yapılıyor. White, blues ustalarına olan hayranlığını bir kez daha ifade ederken büyük ihtimalle de kendisini taklit ettiğini düşündüğü The Black Keys’e de bir göndermede daha bulunuyor. Bunun yanında eskiden adalarda bulunan deli karantinası anlamında gelen “Lazaretto” ile birlikte sanatçı, kendi müzikal sınırlarını da albümün adına yakışır şekilde zorluyor. Özellikle önceki albümden de fark edildiği gibi artık White, gitar ve davulun yanında piyano ve keman gibi çeşitli enstrümanları da müziğine ekleyip dinleyenlere daha özgün işler sunuyor. Albümle aynı ismi taşıyan parça “Lazaretto” ise bu çeşitliliğin gayet başarılı bir ürünü. Albümün en öne çıkan parçası olmakla birlikte sonundaki keman solosuyla da kesinlikle beklenmedik güzellikte bir iş.

            “Lazaretto” parçasının yanında “Would You Fight for My Love?” da özellikle enstrüman tercihleriyle ve akılda kalıcı melodisiyle insanı hemen saran parçalardan biri oluveriyor. Ayrıca “That Black Bat Licorice” ise The White Stripes günlerini özleyen dinleyicilere ilaç olabilecek bir parça olmuş. Şarkıya çok yakışan bir spontanelik var gitarlarda.Yakın dostu ve ustası Young’un belki de izinden gitmeye kararlı olan Jack White bu albümde onunla özdeşleşmiş olan Country- Folk tadında eserler de ortaya çıkarmayı ihmal etmiyor. “Temporary Ground”, “Entitlement” ve albümün naif güzellikteki son parçası “Want and Able” ile birlikte tempoyu da zaman zaman düşürüyor. Bunların dışında albümün öne çıkan diğer parçaları ise ikinci single olarak yayınlanan “Just One Drink” ve etkileyici şarkı sözleriyle “I Think I Found the Culprit” oluyor.




                        Genel olarak değerlendirildiğinde albüm, “Blunderbuss”a nazaran Stripes’ın ilk dönemlerine daha çok benziyor. Bununla birlikte diğer albümlere göre de burada daha deneysel ve dağınık bir hava var; ancak bunun pozitif anlamda olduğunu söylemek pek mümkün değil. Parça bazında bakıldığında albüme adını veren şarkı dışında şimdilik pek fazla “The White Stripes düzeyinde” hit bulunduramasa da albüm, bir bütün olarak dinlendiğinde ve White’ın şarkı yazarlığının incelikleri hissedildiğinde tabii ki de fazlasıyla değerleniyor. Ancak belirtmekte fayda var: “Dünyanın En Hızlı Kaydedilen Stüdyo Albümü”nü yapmanın beraberinde getirdiği çok açık bir özensizlik var albümde. O nedenle ilk albümün altında bir devam gibi gözüküyor “Lazaretto”; yine de söz konusu olan kişi sıradan biri değil, yaşayan bir müzik efsanesi olan bu adam, aynı zamanda albüme ve geleceğine her zaman pozitif bakılmasına sebep oluyor. White, Glastonbury 2014’te de görülebildiği gibi eski günlerden hiçbir şey kaybetmemiş. Hatta artık bu sefer daha özgür, daha yaratıcı ve daha renkli.