Mavi Adam & Dünyanın En Hızlı Kaydı
Jack White- "Lazaretto"
6,5/10
The Whites
Stripes’ın da albümlerini çıkartmış olan kendi plak şirketi Third Man
Records’tan yayınlanan ilk solo albümü “Blunderbuss”, iki yıl önce piyasaya
sürüldü. Eski grubunda yakaladığı havayı devam ettirmeye kararlı olan White,
yine benzer bir müzik tarzıyla yol almaya devam etti: Albüm, Blues, Garage ve
hatta kimi zaman Country ile Folk ezgileri de taşıyan çoğulcu karakteri, hit
parça bolluğu, melodilerin sadeliği ve şarkıların düzenlemeleriyle, beklendiği
gibi önemli bir başarı elde etti. Grammy’de ise “Yılın Albümü” ödülü adaylığı
gibi erişilmesi zor noktalara bu sefer tek başına ulaştı ve basından oldukça
pozitif eleştiriler aldı. Özellikle albümün enerjik hiti “Sixteen Saltines” başta olmak üzere, “Love Interruption”, “I’m Shakin” ve “Freedom at 21” gibi
parçaları Jack White konserlerinin vazgeçilmez parçaları oldu.
Bu yılın
haziran ayında ise White’ın merakla beklenen ikinci solo albümü “Lazaretto”
müzikseverlerle buluştu. Albüm, bir haftada 40.000 adet plak versiyonu
satılarak da 1991’den beri ilk haftasında en fazla satın alınan plak olarak
tarihe geçti. Aynı zamanda Jack White’ın Stripes ile birlikte albüm kapakları
ve konser kostümlerinde sadece siyah, beyaz ve kırmızı renklerini kullanarak
yarattıkları imajdan sonra “mavi” renk kullanımına geçmesinin “Blunderbuss”tan
sonra burada da sürdüğü görülüyor. Bunun yanında da albümün esas ilginç
özelliği de Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş olması: Jack White bu albümle, 3
saat, 55 dakika ve 21 saniye ile “Dünyanın En Hızlı Kaydedilen Stüdyo Albümü”
ünvanının yeni sahibi oluyor. Müzik kaydı konusunda gerçekten de günümüz
piyasasına önemli mesajlar vermeye devam ediyor White. Özellikle Neil Young’un
da son albümü “A Letter Home”u White’ın kayıt makinesi olan küçücük bir
kulübede kaydetmiş olması da oldukça dikkat çekici.
“Lazaretto”nun
açılışı, Bob Dylan’ın bile adına parça bestelediği efsanevi blues sanatçısı
Blind Willie McTell’in 1928 yılında kaydedilmiş olan “Three Women Blues”un Jack
White adaptasyonu “Three Women” ile yapılıyor. White, blues ustalarına olan
hayranlığını bir kez daha ifade ederken büyük ihtimalle de kendisini taklit
ettiğini düşündüğü The Black Keys’e de bir göndermede daha bulunuyor. Bunun
yanında eskiden adalarda bulunan deli karantinası anlamında gelen “Lazaretto”
ile birlikte sanatçı, kendi müzikal sınırlarını da albümün adına yakışır
şekilde zorluyor. Özellikle önceki albümden de fark edildiği gibi artık White, gitar
ve davulun yanında piyano ve keman gibi çeşitli enstrümanları da müziğine
ekleyip dinleyenlere daha özgün işler sunuyor. Albümle aynı ismi taşıyan parça
“Lazaretto” ise bu çeşitliliğin gayet başarılı bir ürünü. Albümün en öne çıkan
parçası olmakla birlikte sonundaki keman solosuyla da kesinlikle beklenmedik
güzellikte bir iş.
“Lazaretto”
parçasının yanında “Would You Fight for My Love?” da özellikle enstrüman
tercihleriyle ve akılda kalıcı melodisiyle insanı hemen saran parçalardan biri
oluveriyor. Ayrıca “That Black Bat Licorice” ise The White Stripes günlerini
özleyen dinleyicilere ilaç olabilecek bir parça olmuş. Şarkıya çok yakışan bir
spontanelik var gitarlarda.Yakın dostu ve ustası Young’un belki de izinden
gitmeye kararlı olan Jack White bu albümde onunla özdeşleşmiş olan Country-
Folk tadında eserler de ortaya çıkarmayı ihmal etmiyor. “Temporary Ground”,
“Entitlement” ve albümün naif güzellikteki son parçası “Want and Able” ile
birlikte tempoyu da zaman zaman düşürüyor. Bunların dışında albümün öne çıkan
diğer parçaları ise ikinci single olarak yayınlanan “Just One Drink” ve etkileyici
şarkı sözleriyle “I Think I Found the Culprit” oluyor.
Genel olarak değerlendirildiğinde
albüm, “Blunderbuss”a nazaran Stripes’ın ilk dönemlerine daha çok benziyor.
Bununla birlikte diğer albümlere göre de burada daha deneysel ve dağınık bir hava
var; ancak bunun pozitif anlamda olduğunu söylemek pek mümkün değil. Parça
bazında bakıldığında albüme adını veren şarkı dışında şimdilik pek fazla “The
White Stripes düzeyinde” hit bulunduramasa da albüm, bir bütün olarak
dinlendiğinde ve White’ın şarkı yazarlığının incelikleri hissedildiğinde tabii
ki de fazlasıyla değerleniyor. Ancak belirtmekte fayda var: “Dünyanın En Hızlı
Kaydedilen Stüdyo Albümü”nü yapmanın beraberinde getirdiği çok açık bir
özensizlik var albümde. O nedenle ilk albümün altında bir devam gibi gözüküyor
“Lazaretto”; yine de söz konusu olan kişi sıradan biri değil, yaşayan bir müzik
efsanesi olan bu adam, aynı zamanda albüme ve geleceğine her zaman pozitif
bakılmasına sebep oluyor. White, Glastonbury 2014’te de görülebildiği gibi eski
günlerden hiçbir şey kaybetmemiş. Hatta artık bu sefer daha özgür, daha
yaratıcı ve daha renkli.