Danger Mouse ile Yükselişe Devam
The Black Keys- "Turn Blue"
8/10
The White
Stripes’ın müzik dünyasına kazandırdığı “garage blues-rock duo” sıfatının belki de onlarla birlikte en fazla hakkını veren gruptur The Black Keys. Sadece
iki kişi ile modern müziğin giderek pop odaklı hale geldiği bir piyasada blues
yapmak gerçekten de kolay bir iş değil. Hatta bir de geleneksel rock n roll
karakterinde yapılan blues ise -kaliteli olduğu takdirde- günümüzde yapılması
çok daha değerli bir müzik türü haline geldi. Ohio’nun Akron şehrinde aynı
mahallede oturan Dan Auerbach ve Patrick
Carney tarafından lise yıllarında kurulan The Black Keys de müzik kariyerine bu
tarzda parçalar icra ederek başladı: Kısıtlı imkanlarla birer yıl arayla
çıkardıkları ilk üç albümleri ve dördüncü kayıt “Magic Potion”, içerdikleri
birbirinden başarılı blues parçalarıyla grubu piyasada önemli bir konuma
getirdi. Bu süreç sonrasında, Gorillaz’ın kült albümü “Demon Days” ve Gnarls
Barkley’i meşhur etmiş debut albümü “St. Elsewhere” gibi kayıtlarda yaptığı
prodüktörlükle dünyaca ünlü bir müzik adamı haline gelmiş Brian “Danger Mouse”
Burton, gruba 2008’de çıkan yeni albümleri “Attack & Release”de katıldı.
(Son zamanlarda da kendisi U2’nun yeni çıkacak albümü ile meşgul.) Yapmış
olduğu işlerde, günümüz müziğinin de olmazsa olmazı haline gelen “alternatif
indie” tadında eserler yayınlamış olan sanatçı, albümde The Black Keys’e de bu etkiyi
aşıladı. “I Got Mine”, “Strange Times” ve “Lies” gibi parçaları içeren albüm,
önceki işlerinden bile çok daha olumlu eleştiriler aldı. Yaşanan bu değişim,
rap sanatçılarıyla yaptıkları “Blakroc” isimli rap-rock albümü ve Auerbach’ın ilk solo albümü “Keep It Hid” gibi gruba farklı
çalışmalar yapma cesareti de sundu.
Grubun
müziğinin esas değişimi ise bir sonraki albümleri 2011 çıkışlı “Brothers” ile
oldu. Hatta değişimden öte grup, müziğini bu albümle tam anlamıyla
“geliştirdi”. Dünya çapında 1 milyondan fazla satan albüm sayesinde grubun
müziği çok daha farklı kitlelere de ulaştı. Bunun yanında grup, 3 tane de
Grammy’i evine götürdü. Özellikle “Tighten Up” ve “Howlin’ for You” albüm
hitleri oldular ancak albüm zaten bütünüyle de kendisini defalarca dinletebilen
komple bir eserdi. Hemen ertesi yıl yine Danger Mouse’un eşliğiyle “El Camino”
isimli 7. albümleri yayınlandı. Bu albüm de öncekinden geri kalmadı ve aldıkları
eleştirilerle satış rakamları sayesinde giderek yükselen çizgilerini
sürdürdüler: Albümle tam 4 Grammy alan The Black Keys artık bu albümle birlikte
“modern rock n roll”a yakın bu müzik türünün belki de dünyadaki en önemli temsilcilerinden
biri haline geldi. “Lonely Boy”, “Gold on the Ceiling” ve “Little Black Submarines” gibi parçalar şimdiden birer klasik haline geldi. Grubun bu
başarısına paralel olan değişimleri sonucunda aslında ilk albümlerindeki o saf
blues tonlarından da yavaş yavaş uzaklaşıldı. Hal böyleyken grubun birçok
hayranı ve müzik yazarı tarafından fazlaca eleştirilmesi de kaçınılmaz oldu.
Ancak yine de tabii ki 2008 sonrası grubun gerçekten de büyük aşama kaydettiği
ve kendilerini sürekli geliştirdikleri rahatlıkla söylenebilir.
Gelişimin
bir parçası olarak da artık psychedelic etkili sularda yüzmeye karar veren grup
3 yıllık aranın ardından geçen mayıs ayında “Turn Blue” isimli yeni albümlerini
piyasaya sürdü. Bu sefer prodüktörlüğün yanında şarkı yazımında da gruba eşlik
eden Mouse, artık neredeyse grubun
üçüncü üyesi gibi. Albüm kapağı ise hem bir psychedelic gönderme yapıyor
hem de albüm ismini niteliyor. Bunun yanında, bu hüzünlü albüm ismiyle birlikte
parçaların genel yapısı da önceki albümlere göre daha fazla kişisel şarkı
sözlerine sahip: Bu duygu yükünün oluşmasında vokal Dan Auerbach’ın (intihara
eğilimli) karısından boşanma süreci de şüphesiz etkili olmuş. Ancak tabii ki
“Turn Blue” bu sürece rağmen yine alışıldığı gibi çok başarılı bir iş: Özellikle
parçaların besteleri her zamanki The Black Keys işleri gibi çok çeşitli ve
derin bir yapıda.
İlk
müzik klibi olarak yayınlanan “Fever” ise tam tersi şekilde sanki bir Foster
the People parçası havasında bir single. Kolayca akılda kalıcılığıyla çıkış
parçası olarak doğru bir seçim olan bu parça, klavyelerin yoğun olarak
kullanıldığı bas ağırlıklı bir indie-rock şarkısını andırıyor. Yine de bu
parçayla birlikte albümdeki elektronik yapının diğerlerine göre biraz daha
arttığı rahatlıkla söylenebilir. Ancak bu yine de grubun blues köklerini
kaybettiği anlamına gelmiyor: Özellikle üçüncü single “Bullet in the Brain”
kendilerine yakışan çok dolu bir Black Keys parçası. Bunların yanında “In Time”
ve “In Our Prime” da kesinlikle albümün sözü edilen yüksek hit potansiyelli
niteliğinin birer parçaları. Aynı zamanda ilk albümlerinden çıkmış gibi bir “It’s Up to You Now” ve albüme adını veren “Turn Blue” da albümün öne çıkan
parçalarından. Klavyeler eşliğindeki nakaratıyla “10 Lovers” ve son parça "Gotta Get Away" yine dikkat
çeken başka şarkılar.
Danger
Mouse ile çalışılan dördüncü albüm olan “Turn Blue”, beklentileri boşa
çıkarmadı ve yine gruba yakışır bir şekilde eleştiriler aldı. Özellikle Dan
Auerbach, şarkı sözleri, soloları, riffleri ile ne kadar yaratıcı bir şarkı
yazarı olduğunu gerçekten bir kez daha kanıtlamış oldu. Grup dışında Lana del
Rey’in geçtiğimiz günlerde çıkan albümü “Ultraviolence”da da prodüktörlük
görevini üstlenmesinin yanında gitarları da çalan Auerbach, yaratıcılığını
başka sanatçılarla paylaşmaktan da
çekinmiyor. Özetle The Black Keys, gerçekten çok takdir edilesi bir şekilde hem
köklerine bağlı, blues esintileri taşıyan, hem de modern tınıları olan, ticari
amaca da bağlı olmamaya çalışarak yani sadece yapmak istedikleri müziği icra
ederek çok başarılı bir albümü daha müzikseverlerin beğenisine sunmuş oldu.
Artık canlı performanslarında da yeni albümden parçaları bir an önce dinlemek ve
esas bu deneyimi ülkemizde de yaşayabilmek dileğiyle.